Sinan Ateş'in katli, ilmin katli

Menfur suikastta hayatını yitiren Sinan Ateş, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı''nda "Cumhuriyet Döneminde Din Politikası Ve Din-Siyaset İlişkisi (1946-1960)" konulu teziyle doktor unvanını aldı. Kadrosu da Hacettepe Üniversitesi''nde idi. Dün, Üniversite''nin sayfasında bilgi bulunmadığını, üstelik Sinan Ateş''e ayrılan sayfadaki fotoğrafında yüzünün kapatıldığını yazmıştım. Enstitünün sayfasında da "menfur saldırı" kınanıyor ve merhuma rahmet dileniyordu. O kadar. Herhâlde bu uygulamaların makul bir cevabı vardır.

Sinan Ateş''in katliyle "siyaset" arasında bağlantı kuruluyor. Bağlantı bir "adres"e doğru gidiyor. O "adres"dekilerin, bir rahmet, bir başsağlığı dilememesi, şüpheleri kendileri üzerine çekiyor. Basın yayın organlarında, "adres/odak" üzerinde ısrarla duruluyor. Merak uyandırıcı "hafiyecilik" ayrı bir ihtisas! Ayrıntıları, bağlantıları didikleyerek "adrese/odağa" doğru yürüyen "gazeteciler" var.

Hatırlatırım... Bu ülke, aynı zamanda, bir "ilim adamı"nı kaybetti.

Doktora tezinin "Türkiye''de Din Politikaları ve Din-Siyaset İlişkisi" başlığı altında yayınlandığından bahsetmiştim. Sinan Ateş, sonradan kitapta eklemeler çıkarmalar yaptı mı? Kitap önümde olmadığı için bir şey diyemeyeceğim.

Tezin baştaki "Özet" bölümünde: "Çalışma temel olarak siyaset ve din arasındaki ilişki ve etkileşimleri kapsamında tek partili ve çok partili dönem iktidarlarının politikalarına dayanarak hazırlanmıştır. Din-siyaset ilişkisinin boyutları Cumhuriyet dönemi politikalarının dönemsel farklılaşmasına göre incelenmiştir." deniyor.

1940''lı yıllar siyasî tarihimizde çok partili hayata geçiş yıllarıdır ve aynı zamanda "cendere" yıllarıdır. 1939''da başlayan İkinci Dünya Savaşı 1945''te bitmiştir. Biz savaşa girmedik ama ceremesini çektik. Halkımız, büyük sıkıntılara girdi. Geçim sıkıntısı, "fikir" sıkıntısı had safhadaydı. Yeni partilere yol açılmaması için direnildikçe direnildi. Sovyet diktatörü Stalin''in hemen kuzeyimizde tehditleri, Moskova''nın içimizdeki uzantılarının iğtişaşları yıldırıcıydı. 1942''de özellikle gayr-i Müslimlerden varlık vergisi tahsilinin büyük sıkıntılara yol açması, 1944''te resmî adıyla "Irkçılık-Turancılık Davası", 1945''te, aynı yerde yayınlanan sosyalist cenahın yayın organları Yeni Dünya ve La Turquie Kemaliste gazetelerinin ""Ne faşistiz, ne komünistiz, demokrat vatanseverleriz" nidalarıyla basılıp tahrip edilmesi, 1940''lı yılların ikinci yarısında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi''nde "komünist" ithamıyla Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu ve Azra Erhat''ın fakülteden uzaklaştırılmaları çok tartışıldı.

1940''lı yıllarda, "demokrasi" dizayn edilirken büyük sancılar çekildi. Dinî hayatta, eksiklikler giderek kendisini gösterdi.

1946''da, Demokrat Parti''nin kurulması, Türkiye''de köklü değişikliğe yol açtı. "Din" meselesinde, "cendere" ister istemez gevşetildi. Dinî alanda eksikliklerin giderilmesi için, imam hatip okulları 1940''lı yılların sonuna doğru açıldı.

Sinan Ateş''in doktora tezi, en sancılı döneme açıklık getiriyor.

Tezdeki şu değerlendirmeler bir fikir verecektir:

"7 Ocak 1947''de yapılan DP Birinci Büyük Kongresi''nin temasını, hürriyetler ve önceki yönetimden kaynaklı kısıtlanmalar oluşturdu. Yani delegeler, taraftarı oldukları özgürlüklerin önündeki en büyük engelin CHP yönetimi olduğunu dile getirerek eleştiri oklarını iktidara çevirdi. Samet Ağaoğlu, DP''nin var oluş sebebini hürriyetlerin şahıs idaresi, zümre hâkimiyeti ve keyfi politikalar yüzünden kısıtlanması olarak ifade etti. Kısıtlandıklarını düşündükleri hürriyetleri madde madde sıralamasalar da her bir delege, farklı konulardaki görüşlerini dile getirerek hem kendilerinin hem de halkın genelinin pek çok alanda daha demokratik bir ortamın beklentisi içinde olduğunu belirtti. Özellikle bir delegenin ''50-60 sene sonra camilerimize girecek kimse bulunmayacak. Üç çocuğum var. Fakat korkuyorum ki, öldüğüm vakit arkamdan Fatiha okutturan bulunmayacak'' yönündeki şikâyeti, diğer parti delegeleri tarafından büyük destek gördü..." (s. 111-112)

Sinan Ateş, belgelere dayalı ortaya koyduğu tezinde, önemli bir noktaya işaret ediyor. Bu nokta CHP''nin kırılma noktasıdır, "helâlleşme" noktasıdır:

"DP''nin muhalefet yıllarında din-siyaset ilişkisi üzerine asıl dönüm noktasının 17 Kasım 1947 günü Ankara''da toplanan CHP 7. Olağan Büyük Kongresi olduğunu söylemenin yerinde bir tespit olacağı düşünülmektedir...

Burada üzerinde durulması istenen asıl alan, laiklik kavramının içeriği olacaktır. (…) Binnaz Toprak, çok partili düzenin din-siyaset ilişkisinde öncesinde izlenen rotanın tam tersi bir yönlenmeye neden olduğu kanaatindedir. Toprak''a göre 1923 ve 1946 arasındaki süreçte devlet, dini denetlerken 1946''dan sonra din, siyasal iktidarı şekillendiren önemli bir faktör hâline gelmiştir. Bahsi geçen rol değişiminin arkasında yatan en büyük nedenin ise partilerin oy kaygısı olduğu düşünülmektedir. Halkın kısıtlı da olsa seçim yapma hakkına sahip olmasıyla beraber istekleri siyasilerce daha fazla dikkate alınmaya başlanmış ve belki de öncesinde tartışmaya dahi kapalı olabilecek dinsel-kültürel istekler parti içi değerlendirmelerde masaya yatırılmaya başlanmıştır. Oturumun sonunda Tahsin Banguoğlu, konuşmaların müspet çıkarımlarını i) din tedrisatı yapılsın, ii) din müesseselerine bakılsın ve iii) din adamları terfih edilsin [Rahat yaşatılsın. A. T.] şeklinde üç ana başlıkta toplamıştır.

Dini reformlarda ıslahat yapılması meselesini parti grubuna taşıyan birtakım olaylar yaşandı. O sıralarda varlığı hâlâ devam eden Müstakil Grup, ülkenin genel meseleleri üzerine hazırladığı 17 Nisan 1945 tarihli raporun Din İşleri Reisliği bölümünde bazı mütalaalar öne sürdü. Raporda dinî meseleler üzerine önemli noktalara değinildi. Bunlardan ilki, laiklik prensibine dayalı bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı''nın yer almasının din ve dünya işlerinin tam anlamıyla ayrılmasına uymayacağıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı''nın yerine Dil Kurumu ile aynı esas ve uygulamada başka bir kuruluşun oluşturulması ve bu yeni kuruluşun devlet teşkilatından çıkarılarak halka mal edilmesi önerildi. Grup ayrıca dinin millîleştirilmesi yönünde de oldukça iddialı yorumlarda bulundu. Kur''an''ın ve dinî uygulamaların öz Türkçeye uyarlanması, ibadet yöntem ve sürelerinin yeniden belirlenmesi, ibadethanelerin Türk geleneğine uygun bir şekilde düzenlenerek halkevleriyle benzer tarza büründürülmesi, din adamlığı vasfını hatırlatacak her türlü simgenin kaldırılması ve dinî kıyafetlerin her şartta yasaklanması ortaya konan düşünceler arasındadır.

10 Mayıs 1946 tarihli CHP II. Olağanüstü Kongresi''nde sunulan rapor, parti içinde sert tepkilere neden olmuş ve yukarıda belirtilen maddelerin daha sonrasında muhalifler tarafından CHP''ye karşı kullanılmasına yol açmıştır." (s. 112-113)

Zamanımıza kadar uzanan tartışmaların sebep ve sonuçları üzerine düşünmeliyiz. Sinan Ateş''in bu önemli çalışması, bizi aydınlatacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları