Sıkıntıyı herkes çekti

Bütün savaşlar korkunçtur ama en korkuncu herhâlde İkinci Dünya Savaşı’dır. Bir manyak (Hitler) çıkmıştır ve bütün Avrupa’yı, Asya’yı, Afrika’yı ateşe vermiştir... Arada kocaman bir Atlas Okyanusu olmasaydı, Amerika’ya bile uzanırdı. Kıvılcımların gitmediğini söylemek mümkün değildir; Amerika Birleşik Devletleri savaşa girmiş ve atom bombasını Japonların tepesinde patlattığı gibi (hem de iki defa: Hiroşima ve Nagasaki’de), komünizmin yayılmacı emellerine de hizmet etmiştir. (Demirperde Ülkeleri meselesi...)
Hitler, Kavgam’da niçin kavga verdiğini, kendisince sebepler sıralayarak anlatsa da, “insan” kavramıyla uzaktan yakından bir alâkası yoktur. İkinci Dünya Savaşından önce iki gaddar rejim vardı... Biri Hitler rejimi, biri Stalin rejimi... Hitler de kasap, Stalin de... İkisinin de işlediği günahları iki ayrı kefeye koysanız, birbirini ağdıramazdı!
Düşünün artık... Stalin kuzeyimizde bir heyula... Allah’tan Hitler’le sınırdaş değiliz, ama Nazilerin işgal ettiği ülkelerden dolayı savaşta sınırdaş olduk ve yüreğimiz ağzımıza geldi!
Prof. Dr. Niyazi Berkes, farklı bir gözle de olsa, “Unutulan Yıllar” da o dönemi bütün acılığıyla anlatır.
Hitler dörtnala koşarken öncelikle komünistlerin tepesine binildi; Hitler yok olup Stalin dişlerini gösterince milliyetçilerin hesabı görüldü.
Hele halkın çektiği sıkıntılar tarif edilecek gibi değil... İktisadî zorlukları bir tarafa bırakın, fikrî zorbalık da vardı... Dedem hâfız olduğu hâlde, anama ve bir iki yaş küçük, bir iki yaş büyük kardeşlerine Kur’ân okumayı bir türlü öğretme fırsatı bulamamıştır. Öğretmen, ikide bir evi basmış, dedemi sürekli hapse attırmakla tehdit etmiştir.
Musevîler sık sık kendi sıkıntılarından bahsediyorlar, hatta yakılacaklarını, bunun için İstanbul Balat’ta fırın inşa edildiğini kulaktan kulağa fısıldıyorlardı.
Türk Musevî Cemaati başkanlarından Bensiyon Pinto’nun hatıraları önümde... Azınlıkların İkinci Dünya Savaşı ve hemen sonrasında uğradıkları sıkıntıları, yaşadıklarından hareketle, Bensiyon Pinto da yazmış. Rıfat Bali zaten meseleyi bütün belgeleriyle ortaya koyuyor.
Azınlık oldukları, çoklukla okumuş oldukları, elit bir zümre teşkil ettikleri için, daha çok sıkıntılarından bahsediliyor ama, aslında Türkiye’de herkes sıkıntıda idi.
Dört gün, Yahudilerin Türkiye’de yakılacağına dair çıkarılan şayiadan bahsettim. Son yazım 15 Ocak 2012 tarihli idi.
Nihat Halûk Pepeyi’nin Almanya ziyareti danüşünde ilgili makamlara vermesi gereken gezi raporu niye açıklanmadı ve hâlâ arıştırıcılar bu rapora niçin ulaşamıyorlar? Özellikle sormuştum: Bu rapor açıklanmazsa “fırın” meselesinde kimse tatmin olmayacak. Rıfat Bali Bey’i ilzam etmediğim hâlde, bir sitem mektubu yolladı bana:
“Bugünkü yazınıza da cevap verme mecburiyetini hissettim zira Pepeyi’nin ziyaret raporunun arşivlerde bulunmamış olması nedeniyle ziyaretin ne amaçla yapıldığı hususunun aydınlığa kavuşmayacağını söylemem sizi tatmin etmediği yazınızdan anlaşılıyor.
Bu son yazınızın beni oldukça hayal kırıklığına uğrattığını itiraf etmek zorundayım. Hayal kırıklığına uğrattı zira siz sadece gazete yazarı değil, doktora sahibi bir bilim insanısınız aynı zamanda. Hal böyle olunca araştırmacıların haleti ruhiyelerini en çok sizin anlamanız lazım gelirdi.
‘Pepeyi ve Korkud neden bir temerküz kampını ziyaret ettiler?’. Bu ziyaretin yapılmış olduğunu ispat eden vesikalara ulaşmış biri olarak bunun cevabını talep etmem son derece doğal. Takdir edersiniz ki bu sualin cevabını verememeniz halinde hazırlamakta olduğunuz makale veya kitap eksik kalır. Siz bu ziyaretin raporunun peşinde koşmamı sadece ve sadece ’Fırınlar meselesi’çerçevesinde ve de ünlem işaretleriyle ele aldınız. Halbuki bu rapor ve onunla ilintili diğer vesikalar da ortaya çıkmış olsa 1944 Milliyetçiler Davası nedeni ile tutuklanan kişilere yapılan işkencelerin, işkenceye uğrayan şahısların (özellikle Reha Oğuz Türkan) iddia ettikleri gibi, Pepeyi ve Korkud’un işkence yöntemlerini Almanya’yı ziyaretleri esnasında öğrenip öğrenmedikleri, işkence aletlerini Türkiye’ye getirip getirmedikleri belki de açıklığa kavuşacaktır. Bu konuyu hiç mi merak etmiyorsunuz? Nihayet raporun henüz ortaya çıkmamış olması sizin düz mantıkla vardığınız “Öyleyse gerçekten ‘fırın’ ziyareti vardır!” sonucunu da yaratmaz. Yaratmadığı gibi benim de satır aralarında bunu ima ettiğimianlamını da taşımaz..”

***


Rıfat Bali Bey’i severim ve sayarım. “Türklüğü” ve “Türkçülüğü” de idrak eden, anlayan bir araştırıcıdır aynı zamanda... “Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp” (3 cilt, 2012), milliyetçilere yapılan işkenceleri de incelediği “Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü” (2011) son iki yayınıdır.
“Fırınlar” meselesinde kendilerini üzecek bir şey yazmadım... Biraz alınganlık gösterdi...
Olacak o kadar.

Yazarın Diğer Yazıları