'Sıkıntının temelinde dil meselesi var!'
Dili bozulan milletin geleceği olmaz. Dilimiz bozulmuştur. Eski lisans üstü tezlere bakıyorum, bir de yeni tezlere, makalelere... Böyle Türkçe olmaz. Böyle ifade olmaz, böyle analiz olmaz!
Osmanlı Türkçesi mi, Osmanlı yazısı mı? Aslında ikisi farklı.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın bir yazısını dün verdim. Hoca "Kültür ve Edebiyat Dili" başlıklı makalesinde "Bazı yazı ve konuşmalarımda liselere mecburî Osmanlıca dersi konulması teklifinde bulunduğum için, birçokları beni Osmanlıca hayranı kabul ederek gerici sayarlar. Böylelerinin peşin hükümle hareket ettiklerine inandığım için cevap vermem." diye yazmıştır.
Rahmetli Hocam Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş da ömrünü Türk diline adamıştı. Onun da üzerine çok gidilmişti.
Osmanlı Türkçesi gericilik, yeni "arı Türkçe" ilericilik?! Nasıl oluyor bu?!
Mesele ilericilik-gericilik olarak ele alınamaz. Bunu geçelim. Tartışılacak husus başka.
Önce de bahsettim. Osmanlı yazsının öğretilmesi yetmiyor. Öğrenmek kolay gibi görünür ama kolay da değil.
M. Kemal'in Nutuk'unun Osmanlı yazsısıyla yayınlanmış metninde Türkçe kelimelerin yazılışındaki farklılıklar dikkatimi çekmiştir. "Arkadaş" kelimesinin üç ayrı şekilde yazıldığını gördüm. Nutuk'ta, Attila'dan tarihî şahsiyet olarak bahsederken isim bir yerde "Atila", bir yerde de "Atilla" okunacak şekilde yazılmıştır. Daha birçok farklı yazılışa rastladım. Bütün okullarda M. Kemal'in Nutuk'unu kendisinin yazdığı gibi okutsak, dil meselesini büyük ölçüde hallederiz!
Kimse gücenmesin, kimse alınmasın ve kimse tavır almasın. Osmanlı yazısı Türkçeye uymaz. Hatta Türkçeyi bozar. Ama öğretebildiğimiz kadar öğretmeliyiz. Hevesli olanlar ileri safhaya geçebilirler. Yazıyı öğrenmek yetmiyor. Kültüre de vâkıf olmak gerekiyor. Binlerce sayfa çevirdiğimiz için meselenin farkındayız.
Mehmet Kaplan Hoca aynı makalesinde "Türk yazarlarının çoğu eserlerinin çoğunda, eski lügatlerde bulunan kelimeleri kullanmamışlardır. Türk yazarları Arapça ve Farsçadan pek çok kelime almışlardır, fakat onlarla kendilerine has edebî eserler vücuda getirmişlerdir. Aldıkları kelimeleri seçmişler; hem ses, hem mânâ bakımından değiştirmişlerdir. Malzemenin bir kısmı yabancı olmakla beraber, yaratılan eserler, Türk'e hastır. Divan edebiyatı bizim malımızdır." der.
R. T. Erdoğan da dil bahsine ayırdığı konuşmasında "Başka dillerden kelime almak bir kusur değil aksine bir zenginliktir. Türkçenin mayasını bozmadığı müddetçe bunda bir beis de yoktur." diyor.
Dil meselesi bir inatlaşmaya girmiştir. Dilimize yerleşmiş, Batılı dillerden girenlere değil; Arapça ve Farsçadan giren kelimelere düşmanlık güdülmüştür. Bu düşmanlıkta maksat başkadır. En kötüsü, bizim de sık işaret ettiğimiz uysun uymasın "arı" kelimeleri kullanmak "statü" meselesi hâline getirilmiştir. Reis de buna dikkati çekiyor:
"Asıl Türkçemizde olmayan zaman ve cümle yapıları ile dilimizin özü tahrip ediliyor. Bu tuhaf dilin toplumun belli kesimleri arasında bir saygınlık göstergesine dönüşmesi meselenin bir başka boyutu. Merhum Cemil Meriç'ten ilhamla söyleyecek olursak, bugün dilimiz perişan, mefhumlar kaypak, kelimeler ise köksüzdür. Günümüzde siyasetten sanata, beşerî ilişkilerden eğitime kadar pek çok alanda karşılaştığımız sıkıntıların temelinde işte bu dil meselesi vardır."
Önce ne hukuk ne adalet reformu; önce dil reformu!