Sevr ne? Lozan ne?
Lozan Antlaşması, zorlu müzakerelerden sonra 94 yıl önce bugün imzalanmıştı.
Türkiye'yi çok çok daraltan, sonunda "Türklerin ülkesi" diye bir yer bırakmayacağı aşikâr "Sevr Projesi" yırtılıp atılmış, bir istiklâl savaşı verilmiştir. Gücümüzün yettiği yere kadar topraklarımızı kurtarılmış, sonra İsviçre'nin Lausanne (Lozan) şehrinde Avrupa devletleriyle masayla oturulmuştur. Lozan Antlaşması, ancak kazanabildiklerimizin belgesidir. Ötesini istemeye takatimiz yetse, bir dakika durmazdık! (R.T. Erdoğan'ın Lozan için sarf ettiği talihsiz sözlerine sonra geleceğim.)
Neden "İstiklâl Savaşı" savaşı verdiğimizi düşünürdüm. Fransa'da, Sevrés (Sevr) Porselen Fabrikası'nda, imzalanan metin kimine göre "proje"dir. (Bence de proje... Çünkü Şark Meselesi'nin halli, Türklerin yurtlarından edilmesi bu projede...) "İstiklâl", Sevr'den sonra mana kazanıyor.
Nutuk'ta "Sevr", ahidnâme (3 yerde), muâhede (13 yerde), "Proje" (12 yerde Sevr Projesi, 3 yerde proje; 15 yerde sadece "Sevr'de") diye geçer.
Mustafa Kemal Sevr için şöyle der:
"Efendiler; Mondros Mütârekesi'nden sonra Türkiye'ye muhâsım [Düşman] devletler tarafından dört defa sulh şerâiti [şartları] teklif edilmiştir. Bunların birincisi, Sevr projesidir. Bu proje, hiçbir müzakerenin mahsûlü olmayıp Düvel-i İtilâfiye [İtilaf Devletleri] tarafından Yunan Başvekili Mösyö Venizelos'un da iştirakiyle tanzim ve Vahîdeddin'in hükûmeti tarafından 10 Ağustos [1]920'de imza edilmiştir." (Nutuk, 1927, s. 532).
M. Kemal, Lozan için de: "Efendiler; iki devirden ibaret olup, sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve neticesi dünyanın malûmu bulunan bir keyfiyettir." dedikten sonra şöyle devam eder:
"... Müzakereler hararetli, münakaşalı cereyan ediyordu. Türk hukukunu tasdik eder müspet netâyic [neticeler] görülmüyordu. Ben, bunu pek tabiî buluyordum. Çünkü Lozan sulh masasında mevzubahis edilen mesâil [meseleler], üç, dört senelik yeni devreye ait ve münhasır kalmıyordu. Asırlık hesaplar rü'yet olunuyordu [görülüyordu]. Bu kadar eski, bu kadar karışık, bu kadar mülevves [pis] hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı." (s. 501).
M. Kemal, devamında neyin mücadelesinin verildiğinin altını çizer:
"Efendiler; malûmdur, ki yeni Türk devletinin istihlâf ettiği [yerine geçtiği] Osmanlı Devleti,uhûd-ı atîka [eski antlaşmalar] nâmı altında birtakım "kapitülasyonlar"ın zebûnu [esiri] idi. Hristiyan anâsır [unsurlar] birçok imtiyazlara ve istisnaiyetlere [ayrıcalıklara] mâlik bulunuyordu. Osmanlı Devleti, Osmanlı memleketlerinde bulunan ecnebîlere hakk-ı kazâsını [muhâkeme hakkını] tatbik edemezdi; Osmanlı tebaasından aldığı vergiyi ecnebîlerden almaktan memnû' bulunuyordu (yasaktı); devletin hayatını kemiren, kendi dâhilindeki anâsır hakkında tedâbîr [tedbirler] almaktan men edilirdi.
Osmanlı Devleti, kendisini tesis eden [kuran], unsur-ı aslînin [asıl unsurun], Türk milletinin insanca yaşamasını temin edecek esbâba [sebeplere] da tevessülden men edilmişti; memleketi imar edemez, şimendifer yaptıramaz, hatta mektep yaptırmakta serbest değildi; bu gibi ahvâlde derhâl ecânib [yabancılar] müdahale ederdi." (s. 5-1-502).
Şimdi burada duralım. Sonra Parvus'un bir tespitiyle devam edeceğiz. Zamanımızdaki tartışmalara da geleceğiz.