Sessiz kalmak ikrar mı?
Kemal Kılıçdaroğlu, son grup toplantısında hükûmet edenlere çok ağır yüklendi. Burada yazamayacağım sıfatlar kullandı. Avrupa'nın bir ülkesine büyükelçi tayin edilen biri (eski solcu olanı değil; mütercim olanı) için kullandığı ifade ve bu ifadeyi "Yukarı"ya bağlaması ortalığı yıkması gerekirdi. Hiç ses çıkmadı. Belki mahkemeye vereceklerdir, hazırlık yapıyorlardır diyeceğim ama, geçmişte çok tartışılan meselenin yine dallanıp budaklanmasını istemeyecekleri için mahkemeye gideceklerini sanmıyorum.
Kılıçdaroğlu, daha önce bir haber kanalında ağır ifadeler kullanmış, mülâkat yazıya dökülürken, o ağır ifadeler çıkarılmış, ben de yukarısının gürlemesi an meselesi demeye gelecek yazılar yazmış, sonra Sayın Kılıçdaroğlu beni aramış ve konuşmamızı bu köşede vermiştim.
Keşke kendi üslûplarıyla "Ey Bay Kemal! 'Yalan' senin göbek adın!" diyebilseler.
Ak Parti'den kopan/koparılan ve yeni parti kuran Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, öyle bir söz etti ki, kimse bu sözün altında kalmaz:
"Başbakanken ihalelerde neler döndüğünü gördüm, imkânım olsa yasa değiştirecektim."
Davutoğlu'nun neler gördüğünü açıklamasından önce, eski partisinden birileri çıkıp "Davutoğlu ne gördün! Korkumuz yok... Her şeyimiz açık!" diyebilmeli. Ama suskunlar.
Bu ithamlar birike birike öyle bir yığın olur ki, artık konuşma fayda etmez; yığını yosamazsınız. Gerisinin nasıl geleceğini söylemeyeyim!
Ve... Çok ama çok tartışılan, hiç üstü örtülemeyecek sözler. Ak Partili E. C. Ayvalı, Cemaat'le ne için iş birliği yaptıklarını açıklamıştı. Halkın Kurtuluş Partisi, bu kişi hakkında "Anayasal Düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka düzen getirmeye teşebbüs, Terör örgütüne yardım etme, kamu görevlisinin suçu bildirmemesi" iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Ne karar verileceğini göreceğiz.
Siyaset açık tartışma alanıdır. Kimse başını kuma gömemez. Söylenen sözler şuuraltına girer, çıkacağı zamanı bekler.
Devlet bankaları yönetim kurullarına tayin edilen "bankacılık"la ilgisizler, arpalık tartışmasını alevlendirdi. Tartışılacağını bile bile nasıl bu tayinleri yaparlar anlamak mümkün değil. Halkın da sandıkta bir hesabı olduğunu akıllarına getirmiyorlar mı?
Önceki gün bizim devlet erkânı Libya'ya gidip geldi. Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanı heyetin önünde yer alıyordu. Şu şartlarda iş adamlarını da doldurup götürmemişlerdir!
Dönüşte Dışişleri Bakanı'nın açıklamasını dinledim. Bizim Libya'dan alacaklarımızdan bahsetti. Yine "ihale" yine "birilerinin cebinin dolması" tartışmaya açılacak.
Libya'da sükûnet sağlanmadan biraz erken olmadı mı bu çıkarma diye düşünmeden edemiyor insan. İnşallah yine birileri kayırılmaz; kapılar herkes için açık olur.
Dışişleri Bakanı açıklamasına "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Libya'ya bir ziyaret gerçekleştirdik..." diye başlamıştı.
Şu Saray bakanlarının ikide bir "Cumhurbaşkanımızın taliamatıyla..." demeleri yok mu? Yahu siz zaten Saray Hükûmeti'nin üyesisiniz! (Başka bir maksat için "Saray Hükûmeti" demiyorum. Resmî adı "Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti". İdare merkezi kendilerinin "Külliye" dedikleri mekân. Gazeteciler "Saray", "Külliye" veya "Beştepe" Hükûmeti ifadesini kullanır. Bunda gocunacak bir şey yok.)
Hükûmetin başı "Cumhurbaşkanı" değil mi? Zaten talimat kimden gelecek ki... "Yağlama"nın bir mantığı olmalı!