Seçim rekabetinden taşlı saldırıya: Bu noktaya nasıl geldik?
Bugün seçim öncesi yayınlanacak son yazıda seçim rekabetinin nasıl demokrasilerdeki olağan rekabetin dışında ilerlediğinden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, iki büyük ittifak da İstanbul mitinglerini gerçekleştirdi. İkisinde de bir araya gelen kalabalık, malumun ilanı olarak, her iki ittifakın da birbirleri için küçümsenemeyecek önemde rakipler olduklarını gösterdi.
Ancak... AKP'nin mitinginin akşamında Erzurum'da İBB Başkanı İmamoğlu'nun uğradığı saldırı, demokrasilerdeki siyasi rekabetin ötesinde, siyaset dışıydı.
Yaşananlar, herkes için kınanması ve yargı sürecinin işletilerek tekrarlanmasının önüne geçilmesi gereken hem bizler hem de ülkemiz için büyük tehlike taşıyan çirkinlikte eylemlerdi.
Peki ama bu noktaya nasıl geldik?
Yanlışlar zinciri
Bu soruya cevap, olay gerçekleştikten sonra verilen tepkilerde dahi kolaylıkla görülebiliyor.
Seçimlerin güvenliği de dahil ülkenin güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı Soylu, saldırıya uğrayan mağdur İmamoğlu'nu sahtekar olmakla, provokatör olmakla suçluyor.
Görev yaptığı ilde kamu düzenini sağlamakla mükellef Vali Memiş, İmamoğlu'nun miting izni almadığı hususundan bahsederek, Soylu ile benzer bir tutum içerisine giriyor.
Erzurum Belediye Başkanı, saldırıyı kınamak yerine, saldırganların CHP'li olduğunu iddia etmeyi tercih ediyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Yanık, "Erzurum'un hassasiyetleri var" diyerek, neredeyse saldırganlara hak veriyor.
Tüm bu tutumların ardında devletin, parti devletine dönüşmesi, partiye hizmetin ve lidere itaatin kamuya hizmet görevinin önüne geçmesi yatıyor.
Zira, bahsi geçen bakanlar, bu seçim yarışında birer milletvekili adayıları ve dolayısıyla bu seçimin bir tarafı durumundalar.
Peki, saldırıdan kısa süre önce sarf edilen, Cumhur İttifakı'nın ortaklarından MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin içinde "mermi" geçen tehditkar cümlesiyle,
AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın İstanbul mitinginde gösterilen Millet İttifakı kampanya videosuna sonradan montajlanan PKK'lı Murat Karayılan video kesitiyle yaratılan algıyı, bu saldırının neresinde okumalıyız?
Partisini Cumhurbaşkanlığı vazifesinden üstün tutan, muhalefeti düşmanlaştıran, seçim yasaklarından istisna tutulduğu için tüm kamu gücünü kullanan Cumhurbaşkanı,
Merkezî yönetim altında konumlarını korumak amacıyla partili kimlikleriyle kamuya hizmet etme görevleri arasına sıkışmış valiler,
Kanunlara aykırı olarak bakanlık görevlerinden istifa etmeksizin milletvekili adayı olan bakanlar,
Muhalif siyasi partileri, siyasi rakip olmanın ötesinde, adeta bir düşman olarak gören ve gösteren siyaset tarzı, kutuplaştırıcı ve kışkırtıcı siyasi üslup,
Erzurum'da taşlanan şiddet içerikli olayların doğmasına yol açmıştır.
Müjde meselesi
Ne kadar adil olmayan bir seçim süreci içerisinde olduğumuzu göstermek adına şu iki noktaya da değinmek isterim:
Birincisi, yukarıda yazılanları da kapsayan, kamu gücünün ve devlet imkânlarının seçim yarışında araç olarak kullanılması ve bu yolla avantaj sağlamaya çalışılması meselesi.
Günlerdir, doğal gazlar, yerli arabalar, krediler vs.. derken iktidar tarafından pek çok müjde açıklandı.
Oysa, Türkiye'nin de 1990 yılından beri üye olduğu, resmî adı Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu olan Avrupa Konseyi'nin danışma organı Venedik Komisyonu'nun "Seçim süreçlerinde idari kaynakların kötüye kullanılmasının önlenmesi ve bunlara müdahale edilmesi ortak yönergeler" metninde,
Seçim yarışmaları sırasında eşit şartları dengelemek adına idari kaynakların kötüye kullanılmasını önlemek için, kampanyalar sırasında belirli bir parti veya adayla ilgili veya onlara karşı olumlu bir algı yaratmayı amaçlayan hiçbir büyük duyurunun yapılmaması gerektiği vurgulanır.
Buna göre, öngörülemeyecek deprem, sel gibi doğal afet veya acil durum halleri hariç, devlet yönetimi seçim kampanyaları sürecinde olağan şekilde sürdürülmelidir.
Öyle ki, seçim kampanyaları sırasında kamu kurumlarına zorunlu olmayan atamalar dahi yapılmamalıdır.
Kamu medyası da iktidarın faaliyetlerine yönelik bilgi faaliyetleri ile kampanya faaliyetleri arasında ayrım yapmalıdır.
Bu açıdan değinmek istediğim ikinci husus, taraf olan özel medya organlarındaki adaletsiz dağılımın yanı sıra, TRT yayınlarındaki adaletsizliktir. Bu yayınlar adil ve eşit seçim yarışına en büyük gölgeyi düşürmüştür.
TRT Haber kanalı, bilgilendirme maksadını aşarak seçim kampanyası niteliği taşıyan hükümet faaliyetlerine ayırdığı yayın süresinin yanısıra, Cumhur İttifakı'nın mitinglerine dahi Millet İttifakı'nın mitinglerine ayırdığı sürenin 85 katı kadar süre ayırmıştır.
Bu açıdan seçmenin kanaat oluşturmasında eşit olmayan koşullarda seçim yarışına gidilmektedir.
Pazar günü çıkacak sonuç her en olursa olsun, bu seçim süreci, arzu ettiğimiz demokratik Türkiye'ye yakışır bir süreç değildir.
Dilerim, bundan sonraki yıllarda, demokratik değerler aşındırılmadan demokratik seçim yarışları gerçekleştirdiğimiz günler görürüz.