‘Sancılı yıllar’a Arnavutluk örneği (1)

Yeni çıkmış bir kitap var elimde... Yazarı Dr. Abdurrauf Sinno... Muhtemelen doktora tezi... Yazar Lübnanlı ve doktorasını Almanya’da tamamlamış.
Kitabın adını ve konusunu merak edeceksiniz...
Tam şu sıra okunması gereken bir eser: “Osmanlı’nın Sancılı Yıllarında Araplar Kürtler Arnavutlar”. (Ahsen Batur çevirisi, Selenge Yayınları.)
Abdurrauf Sinno kitabının ön sözünün ilk cümlesi şu:
“Elinizdeki bu eser, tarihi boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun âkıbetini ilk defa tartışma haline getiren 93 Harbi’nden sonra imparatorluk bünyesindeki din kökenli çatışmaları işlemektedir.”
93 Harbi, II. Abdülhamid’in tahta çıkmasının ardından Ruslarla başlayan 1877-1878 harbini kastediyor. Osmanlı bu savaşta yeniliyor. (Hiç aklınıza gelir mi? Osmanlı Ruslarla 15 defa savaşmış, 13’ünde yenilgiye uğramış.)
Her şeyde gerçekçi olmalıyız. Yenilgilerimizi ve neden yenildiğimizi de araştırmalıyız. Sebep ve sonuç bilinirse, tedbir alınır ancak.
Dr. Sinno’nun 93 Harbi sonrasına dikkat çekmesinin bir sebebi var: Bu savaşın ardından 1878’de Berlin Antlaşması imzalanıyor.
Şu sıra hükûmetin himayesinde, saraylarda Abdülmecid için sempozyumlar düzenlendiği sırada bu kitap daha anlamlı olmaktadır.
Sempozyumda kim neyi sundu ve ne tartışıldı, bilmiyoruz. Asıl bunları bilmemiz gerekirken, hükûmet yersiz yere meseleyi siyasî mecraya çekme becerikliliğini (!) gösterdi. Öyle olunca ilim arkada kaldı, siyaset öne çıktı. Siyaset öne çıkınca bizler de Abdülmecid döneminde ilân edilen Tanzimat Fermanı’nı, Islahat Fermanı’nı hatırlatırız ve deriz ki: “Açılımlar”ın akabinde ülke ne kazandı ve ne kaybetti? Ne kaybettiğini 1877-1878 Rus-Osmanlı savaşı bize bütün çıplaklığıyla gösterir. 1878 Berlin Antlaşması’yla neleri kaybettiğimizi hatırlatayım sonra Dr. Abdurrauf Sinno’nun kitabına geleyim...
Abdülhamid 93 Harbi’nin ardından 3 Mart 1878’de Ayastefanos Antlaşması’yla neredeyse Balkanları tümden elden çıkartıyordu. Batılılar bundan rahatsız oldular ve Rusya’yı “biraz” dizginleyebilmek için 13 Haziran 1878’de Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya, Berlin’de bir araya geldi. Burada imzalanan antlaşmayla: Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ prenslik oldu. Doğu Rumeli vilayeti kuruldu. Bosna-Hersek imtiyazlı vilâyet hâline geldi. Kıbrıs, İngiltere’ye kiralandı. Niş, Sırbistan’a; Teselya, Yunanistan’a; Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya; Dobruca, Romanya’ya; birkaç kaza Karadağ’a; Van’ın doğusunda bir bölge İran’a bırakıldı. Fransa, Berlin Antlaşması’na dayanarak üç yıl sonra Tunus’u işgal etti.
Tarihler Abdülhamid’in bu antlaşmayı uygulamadığını yazar ama... Sonuca bakalım biz... İmparatorluk durup dururken birdenbire çökmüyor herhâlde... Zorlu bir vetireden geçiyor.

***


Abdurrauf Sinno’nun “sancılı” dediği dönemde bunlar yaşandı...
Kürt aşiretlerinin isyanlarını, Arapların ayrılma taleplerini şimdilik bir kenara koyacağım, Arnavutluk’a geleceğim.
Arnavutluk hep ilgimi çekmiştir. Komünist idareler yıkılana kadar hiçbir şey bilmezdik. Enver Hoca (1908-1985), demir yumruğunu halkının üzerine öyle bir indirmişti ki kimse kıpırdayamıyordu.
(Ne acıdır; Türkiye’de “Enver Hocacı” sol gruplar vardı! “Stalinci”, “Maocu” gruplar olduktan sonra “Enver Hocacı” olsa ne olur! Allah rızası için “Türk için, Türk’e göre” sol grup yoktu! Asla olmadı... “Kahraman” ilân ettikleri birtakım kişilerin “millî demokratik devrim”le falan hiçbir ilgileri yoktur; sadece dillerinde... Kalplerinde ise Marks, Lenin ve muakkipleri vardır! Bunu da mahkemelerde ikrar etmişlerdir!)
Arnavutlar Osmanlı’ya silâh çekmiştir. Çok kanlı çatışmalar olmuştur. Arnavutluk’un başşehri Tiran’da bana bir Arnavut arkadaş şunu demişti. Ona da Üsküp’ün ilerisindeki Kaçanik Boğazı’nda Türk askerlerine kurşun sıkmış dedesi söylemiş: “Nimete bastık, başımıza bunlar geldi.” Sırp işgalini, İtalyan işgalini ve Enver Hoca’yı kastederek bunları yakınıyor arkadaşın dedesi. (Arnavut arkadaş “nimet” yerine Arnavutça bir kelime söylemişti; aklımda değil şimdi. Ama “nimet” anlamına geldiğini açıklamıştı.)
Burada bitmiyor; Arnavut “millî” hareketlerin nasıl başladığını, nereye geldiğini, “başkımcılığın” Türkleri bile nasıl teshîr ettiğini yazacağım.

Yazarın Diğer Yazıları