Reyhanlı’ya giden yol
Tunus’ta işsiz bir gencin kendini yakması ile ateşi fitillenen birçok Arap ülkesindeki hükümet karşıtı ayaklanmaların sonucunda Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da da Muammer Kaddafi’nin uzun süren iktidarları son bulmuş, Yemen’de Ali Abdullah Salih’in de kendisine yakın olan güçlere iktidarı devretmesine neden olmuştu... Bahreyn’de nüfusun yüde 70’ini oluşturan Şiilerin ayaklanması ise Suudi ordusunun müdahalesi ile bastırılmıştı.
Tunus, Mısır ve Libya’daki ayaklanmalar, Batı ve Türkiye basını tarafından ön plana çıkartılıp desteklenmiş, iktidarda bulunanların da diktatörlükleri ve bir dizi fenalıklarına vurgu yapılmıştı.
Söylenenlerin büyük bir kısmı doğruydu. Bu üç ülkenin lideri çok uzun bir zamandır iktidardaydı ve ülkeyi diktatörlükle yönetiyordu. Fakat bu doğrular Batı’nın çelişkili tutumunu izah etmeye yetmiyor. Tunus ve Mısır’daki siyasi iktidarların diktatörlüklerini yıllarca ağzına almayan Batı basını, Tunus ve Mısır’daki diktatörlüğü yeni keşfetmiş olamazdı.
Ve mesele elbette bu ülkelerin başındaki isimlerin diktatörlükleri ya da halkın açlık ve sefaleti değildi. Mesele; uluslararası sermayenin yeni dünya tasarımında Kuzey Afrika ve Orta Doğu için oluşturduğu projeye göre yeniden siyasi ve ekonomik dinamikler üzerinden inşasıydı.
Hüsnü Mübarek’in uzun yıllarca bölgede ABD’nin çıkarlarına paralel bir siyaset izlemiş olması da bir şeyi değiştirmiyordu. Çünkü “zamanın ruhu” başkaydı ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet edecek farklı bir anlayış ve yüz gerekiyordu...
Artık bundan sonra göbeği direkt Batılı oyun kuruculara bağlı basın, sermaye ve bürokrasinin gölgesinde oynanacak bir demokrasi oyununun ilk perdesi sahnelenecekti. Halk basın yoluyla manipüle edilecek, onlara bir taraftan her şeyin nasıl daha iyi ve güzel gittiğine dair bir simülasyon gösterilirken, diğer taraftan da liberalizmin İslam soslu güzellikleri da ballandırıla ballandırıla tebliğ edilecekti.
Bu meselenin bir de bölgedeki güvenlik ayağı vardı... Güvenlik ayağını sağlama almak için bölgede İsrail’e ve dolayısıyla Batı koalisyonuna rakip olan İran’ın nüfuz kazanmasına engel olunacaktı.
Eğer zaten mesele demokrasi olsaydı, Bahreyn’de %70’lik Şii çoğunluğa karşı uygulanan baskılar Batı basınının gündemine gelir, bu durum ABD ve müttefiki olan ülke liderleri tarafından kürsülerden çok sert bir şekilde eleştirilirdi. Tıpkı Yemen’de Şii unsurların haklarını aramak için sokağa dökülmesi karşısında onları yok sayan örnekte görüldüğü gibi...
Bugün Suriye’de yaşanan durum da Batı koalisyonunun Orta Doğu’da oluşturmaya başladığı Yeni Orta Doğu Projesi’nin bir sonucu...
Beşşar Esad’ın diktatör olduğu ve nüfusun ezici bir çoğunluğuna sahip Sünniler üzerinde bir baskı uyguladığı elbette ki bir gerçek. Fakat bu durum az önce bahsettiğim gerçekliğe ne bir haklılık sağlıyor ne de bunun için yeterli bir mazeret oluşturuyor. Bölgede at koşturan ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve İran’ın Orta Doğu üzerindeki hâkimiyet mücadelesi uğrunda oluk gibi Müslüman kanı akıyor. İşte acı olan çıplak gerçek bu. Başbakan Erdoğan’ın işleyen bu projede taşeronluk yapma sevdası, bizi Suriye ile karşı karşıya getirdi ve şu anda bunun bedellerini çok acı bir şekilde ödemeye başladık.
Reyhanlı’da patlayan bombanın kimin tarafından konulduğunun aslında çok da büyük bir önemi yok. Sonuç olarak bir savaşın içine girdik ve taşeronluk yapma sevdamızın bedelini de sivil vatandaşlarımızı kaybederek ödüyoruz.
Reyhanlı’da patlayan bombayı oraya kim koyarsa koysun, bunun yegâne sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır. Taşeronluktan kahramanlık devşirmeye çalışan, fakat yaşanan gerçeklik ile makyajı yavaş yavaş akmaya başlayan kurgu kahraman Erdoğan.
Reyhanlı’ya giden yolun izlerini kimse boşu boşuna başka yerde aramasın. Bu felaketin müsebbibi kanlı-canlı, apaçık orta yerde duruyor.
***
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara da acil şifalar diliyorum...