Reis Beyimiz lütfettiler: Kabullendik
Saray Hükûmeti’nin bakanları toplanmışlar, 8,5 saat memleket meselesini konuşmuşlar. Saat uzaması işin havası. Araya ikindi ve akşam namazları da girmiştir. Reis Beyimiz namaz kılan bakanlara: “Öğleyle ikindiyi birleştirin. Toplantı akşama sarkar.” demiştir (Herhâlde! Zarurî hallerde öğle-ikindi, akşam-yatsı namazları, Hanefîler pek yanaşmasa da Şafiîler taklit edilerek birleştiriliyor.). Akşam namazı zamanı en dar namaz. Mecburen toplantılara ara verecekler, mescide inecekler. (Herhâlde namazı Reis Beyimizin imamlığında kılmışlardır. Örneğini Turgut Özal göstermişti. O da iktidardayken yakınındakilerle cemaat olur, namaz kıldırırdı.) 8,5 saatlik toplantıda yemek yemeden olmaz. Vaktinde ilaç içmesi gerekenler vardır. Mutlaka yemek arası da verilmiştir.
Neticede, ahir ömürlerinde yarı aç gezen emeklileri, televizyon başına mıhladılar. Reis Bey, böyle toplantı sonrası, Türkiye’nin nasıl güllük gülistanlık olduğunu yarım saat anlatır, sonra, mutlaka bir “müjde” verir. Taktik hep aynı: Her şey yolunda... İnsanlar mutlu... Muhalefet tu kaka! Ardından mutlaka bir müjde... Geçen konuşmasında müjde cümlelerini yanlış kurmuş, emekli aylıklarının ve bayram ikramiyelerinin bayramdan önce verileceğini duyurmuş, herkesi şaşırtmıştı. Bayram zaten ayın sonunda. Bayram ikramiyeleri de bayramdan önce verilir! Bu defa, Saray’ın konuşma metni yazarları, yaptıkları hatanın farkına vardılar, böyle bir yanlışa düşmediler. Ama emekliler, yine hüsrana uğradılar, bir müjde alamadılar, hışımla ekranı kararttılar!
Bilmiyorum, yeni bakanlar da “Cumhurbaşkanımızın emriyle...” diye söze başlayacaklar mı? Daha pek seslerini duymadık...
Özellikle Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “rasyonel” mi kalacak, yoksa “Buyruk Reis Beyimizden...” diye söze girecek? “Rasyonel zemin”den bahsettiğine göre, akılcı yürüyecektir.
“Rasyonel” deyince... Bu “rasyonel” pek açıklanmadı. (Buna sonra geleceğim.)
Sanki Türkiye dinî hükümlerle yönetiliyor, arada sapmalar oluyor, Reis Beyimiz“Hooop dedik!” diskuru çekiyor, “Nas var; sana bana ne oluyor!” diyerek kendisince “günahlarını” silkeliyor.
R. T. Erdoğan, önceki gün bakanlar kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada, “Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabiî kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası’yla beraber atmasını kabullendik.” dedi.
“Lütfettik” der gibi “kabullendik” diyor Reis Bey!
“Faiz” deyince insan irkiliyor. Kesin haram! Ama nasıl faiz kesin haram? Bu da tartışılmış ve kat kat olan faizden, bahsedilmiştir. “Ey iman edenler, ribayı (Faizi) öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin...” (Âl-i İmran, 3/130) (Faize dair başka ayetler var. Sıralama tartışması da ayrı mevzu!)
R. T. Erdoğan “nas” derken, faizi toptan ortadan kaldırmak istemiş, onun için tedricî tedbirler getirmiş, ancak, o faizi indirin, diye Merkez Bankası’nın başına getirdiklerine emir verdikçe, piyasada faiz artmış, daha fenası, devlet adına temin edilen borçlar kat kat faizlenmiştir.
Dindarların içini de rahatlatacak, iktisadî tedbir nedir? “Katılım bankacılığı” dedikleri yapı mı? Buralara da paradan para kazanmak isteyenler koşuyor. Adı farklı sadece... Adına “Faiz” demeden para kazanıyorsun!
Mesele ezmemek ve ezilmemek. Hak Taâlâ insanlar haksızlığa uğramasın, diye tedbirler koyuyor. Bu tedbirleri nasıl anlamalı?
Tarih boyunca faiz işlemiş ve dinî ulema da ister istemez cevaz vermiştir.
Aşağıdaki satırlarda meseleye bir başka açıdan bakılıyor:
“Üzüntümüzü gerektiren husus, yirminci yüzyılın yarısından sonra dahi, Orta Çağ müfessirleri tarafından ileriye sürülen görüşlerin benimsenerek bizlere intikal ettirilmesidir. Bugün hiçbir kimse düşünemez ki, tasarruf edilen üç, beş liranın bankaya yatırılarak bir küçük cari hesabın açılması ne bankayı ve ne de bankadan kredi alan tüccarı istismar içindir. Devletin inşa ettiği barajlar, köprüler, demir yolları v.s. için çıkarttığı faizli istikrar tahvillerini alan bir kimse ne Devletten zengindir ne de Devlete hâkimdir. Faiz, din bilginlerimizin buyurdukları gibi, akit yapanların birinin lehine olan ivazsız bir fazlalık da değildir. Faiz iktisadi bakımdan, borçlanılmış olan sermayenin geliridir. Bankadan faizle kredi alan bir tüccarın, aldığı kredi ile yapmış olduğu fazla kazanç karşısında ödediği faiz, almış olduğu sermayenin gelirinin ancak bir kısmıdır. Bu husus da gösteriyor ki faiz, faiz ödeyenin aleyhine ve faizle para verenin lehine olan ivazsız bir fazlalık değil, aksine her iki tarafın lehine olan bir faktördür. Faiz müessesesi bugünkü anlamı ile insafsızlık ve gaddarlık gibi vasıfları da taşımamaktadır. Çünkü faiz, sermayenin özel fiyatı, diğer bir ifade ile sahibi tarafından kullanılmayan veya kullanılamayan sermayenin diğer bir kimse tarafından kullanılması halinde o sermaye için alınan ücretten ibarettir. (...) İslam dini bir akıl dinidir. Mecelledeki (zaman değişmekle ahkâm da değişir) hükmü hukuki olduğu kadar ilericiliğin de temelidir. Mecelledeki bu hükümle dinî yasakları, zamanın akışı içerisinde değiştirelim demiyoruz ama dinimizin de yasaklamadığı bir hususu dinî taassup görüşü içinde muhafaza edelim de demiyoruz.” (Prof. Yusuf Z. Binatlı, “Faiz ve İslam Hukukunda Faiz”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, C. 2, S. 1, 1966)
“Şer’î hükümler”in geçerli olduğu Osmanlı Devleti’nde para vakıflarının varlığı, Şeyhülislam Ebussûud Efendi’nin yüzde 12’ye kadar faize cevaz vermesi düşünülürse kesin hükme varmak mümkün görünmüyor.
R. T. Erdoğan, Mehmet Şimşek’in “rasyonel” icraatı için “kabullendik” derken, günahı senin boynuna, demeye getirdiği çok açık.