Propagandaya kanmayalım!
Ülkücülerin silâh kullanıp iktidara gelme hevesleri hiçbir zaman olmamıştır. R. T. Erdoğan gibi söyleyeyim: Bu böyle biline!..
Aşırı sol yıkıcı-bölücü unsurlar 50 yıldan beri silâh kullanıyor. Milliyetçi Hareketçiler, silâhlı sol güçleri emperyalistlerin maşası görmüşlerdir. "Brejnev Doktrini" nedir? "Sovyetler Birliği herhangi bir sosyalist ülkede rejime karşı harekette 'büyük ağabey' olarak müdahale etmesi." Bunun geniş anlamı şudur: "Nerede sosyalist hareket varsa biz destekleriz." (Çok çarpıcı Yunanistan örneğini vereceğim.)
Türkiye Komünist Partisi doğrudan Sovyetler'e bağlıydı meselâ. Yanıbaşımızdaki en büyük tehlikenin o zaman Sovyetler olmadığını kimse söyleyemez. (TKP yöneticilerinden Halis Okan'la Sofya'da uzun bir röportaj yapmıştım. Sovyet bağlantısını bütün çıplaklığıyla ortaya koyuşunu burada yeri geldikçe yazdım.)
Tutturmuşlar bir "Amerikan emperyalizmi"... Ülkücülerin sloganı neydi? Duvarlara da sık sık yazarlardı: "Ne Amerika ne Rusya Bağımsız Türkiye!"
Amerika'dan bize ne, Sovyetlerden bize ne? Ama sol hiçbir zaman Sovyet, Çin gibi ülkelerin emperyalizmine karşı bir tavır koymamıştır!
Dün, bir hukukçu öğretim üyesinin mektubunu vermiştim. "AKP'yi eleştirirken ortaya koyduğunuz nesnelliği, ideolojik olarak taraf bulunduğunuz konularda gösteremiyor olmanız beni üzüyor." diyordu.
12 Eylül öncesinde silâhlı sol militanların işgal hareketleri karşısında halkın kendiliğinden bir hareket başlattığını ve Ülkücülerin bu harekete öncülük ettiğini yazagelirim.
Hocamız e-postasında: "Marksist militanlar Filistin gibi otorite boşluğunun ya da uygun zeminin bulunduğu diyarlarda eğitiliyordu. Peki komandolar nerelerde kimler (gladyo olabilir mi?) tarafından eğitiliyorlardı?" diyerek laf dokundurmuştu.
Komando kampları meselesini zamanında araştırdım. Dönemin basın-yayın organlarını taradım. Bizzat kampa katılanlarla konuştum. 1975'te "Dündar Soylu" müstearıyla "Komando Sorunu" kitabını yazan Yılmaz Yalçıner'le konuştum. (Siyasal Bilgiler'de ilk Ülkü Ocakları Başkanı idi.) Silâhlı eğitimden kimse bahsetmedi. "Gladyo" meselesi... Kim olsa, dinamik bir kadrodan istifade etmek için yol arar. Esas olan, dinamik kadronun içlerindeki fesatçıları ayırabilmesidir.
Münferit olaylar genelleştirilemez. Hocamız dünkü mektubunda, hakikaten feci bir olayı, yedi TİP'linin katli örneğini vermişti. (Bu hâdisenin failleri gösterilenlerin hukukta karşılaştıkları akıl almaz tıkanmalarını, çok önce haftalık Kurultay gazetesinde, avukatlarıyla da görüşüp yazmıştım.)
Yine Hocamız "Kuvayi Milliye bir halk teşkilatlanmasıydı ve gazeteci yazarlara yani kalem tutanlara veya Devletin savcılarına suikast yapmamışlardır." diyordu.
Hocamızın Nutuk'u baştan sona okuyup okumadığını bilmiyorum. Ben, çevirdiğim için birçok defa okudum. M. Kemal öyle hâdiselerden bahseder ki... Her harekette "çıkıntılar" oluyor maalesef... Kuvâ-yı Milliye'de olmadığını kimse iddia edemez. Her hâdiseyi şartları içinde ele almak lâzım. Sızıntılara, kasıtlı hareketlere, ne yaptığını bilmez tavırlara, güya bir hareket ortaya koyarsa bulunduğu grup içinde prim yapacağını düşünenlere karşı tedbir, günün şartlarında o kadar kolay değil.
Sol propagandanın gücü kırılamadı. Her şeyi kendi tarafına yontuyor ve çok insanı etkiliyor. (Bitmedi... Devam edeceğiz.)