'Post-Modern Pro-Modern'i Öpüyor'
Fikirlerine katılın veya katılmayın, seçkin kalemleri okumalıyız. Bir kitabı ele aldığımızda dili sizi sarmalıdır. Bir sonraki cümleyi merak ettirmelidir ve bunun paralelinde, size bir şey kazandırmalıdır. Bilgi vermelidir demeyeceğim, bilgi vermek şart değil; düşünmeye, muhakeme yürütmeye sevk ediyorsa, o kitap sizin için bir merhaledir ve daha ötesine iştiyak duyuracaktır.
Prof. Dr. Kadir Cangızbay, benim nazırımda böyle bir yazar. Bir fazlası var; düşündürürken tebessüm de ettiriyor. Son kitabının başlığı: "Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslâm" (Nika Yayınları, 354 s.)
Kitabın alt başlığı uzun: "Bilim, Aydınlanma, Cumhuriyet, Laiklik, Türk Solu, Anarşizm Dersleri".
Prof. Dr. Cangız, kitabını yedi ana başlık altında toplamış:
"Önce Söz mü Vardı? / Rejim ve Bilim / Aydınlanma'dan Cumhuriyete, Yaratıktan İnsan'a: Laiklik / 27 Mayıs'tan Türk Solu'na / Ekonomik'in Sosyal'e Emilmesi: Anarşizm / Her Şey Pazar İçin: Globalleş(tir)me / Post-Modern Pre-Modern'i Öpüyor: Siyasal İslâm".
Cangızbay Hoca, solu çok iyi tanıyor. Onun kitabından öğreneceğimiz "farklı" birçok şey var. İlk makalesinden söze girmek istiyorum:
"Önce, Söz Vardı'... Tabiî ki, aslında, önce söz falan yoktu; eylem vardı, yani insanın bilinçli çabası, kısacası 'iş' vardı; daha doğrusu 'vardı' da değil, 'yapıldı': insan 'iş' yaptı da, işte öyle insan oldu ve de 'ses' ancak ve ancak, insan 'iş' yaparsa/yaparken 'söz' olur.
Eşek, kuyunun çıkrığını çevirirken ya da yük taşırken zorda kalınca, yorulunca; ya da her ne sebeple olursa olsun kedinin/köpeğin canı yanınca bir ses çıkartır. İnsanı da kuyu çıkrığına bağlasalar, zorlansa, o da 'ah, of derdi; yani, bir 'ses' çıkartırdı. İstediğini hiç mi hiç zorlanmadan yapabiliyor ya da her istediği kendiliğinden gerçekleşiyor/her şey istediği gibi olsaydı, bu sefer de hiç 'ses' çıkartmazdı ki, 'ses'in olmadığı yerde 'söz'ün de hiç mi hiç olamayacağı açıktır.
'Söz', insanın ne kadir-i mutlak bir özgürlük öznesi, ama ne de tümüyle doğal düzenliliğe tâbi basit bir canlı nesne olmamasına, yani Tanrı ile hayvan arasında, iki arada bir derede bir yerde bulunmasına denk düşer. Tanrı değildir, olamaz da ve bunu da bilir; ama hayvan kalmaya da razı değildir; hatta hayvanlığa razı olsa, kurtuluşu, mutlak, kesin, nihaî çözümü hayvan olmakta arasa, kendi mutlak'ını hayvan olmakta kurmaya kalkışsa, bir şeyler kurmaya -yani, sonuçta yine bir 'iş'e- girişmesiyle ister istemez, kendi dışından/öncesinden kurulmuşluğundan ibaret olan hayvanın ötesine geçmiş, yani mutlak hayvan olamamış, dolayısıyla mümkün olan en alt düzeyde dahi kendi mutlak'ını/kendi kendisini bir mutlaklık olarak kuramamış olur.
İş olmasa, söz de olmazdı: insan, konulduğu yerde kalsa, tabir caizse 'bağlandığı yerde otlamakla yetinse, en fazla 'ses' çıkartabilir; bağlandığı hiçbir yer yok, buna karşılık istediği her yerde anında olabiliyor/'olsun' dediği her şeyi anında oldurtabiliyor veya yaratabiliyor olsa, işte bu durumda artık ses de çıkartmaz olur, daha doğrusu ses çıkartmasına gerek kalmaz, dolayısıyla da sözü sessiz bir söz, yani Tanrı'nın sözü olurdu. Oysa biz, buradaki söz'den, bize mahsus ve bizim için mümkün olan sözden, yani insanın sözünden söz ediyoruz. İşte bu bağlamdadır ki, 'iş' olmasa söz de olmazdı."
Hoca'nın dil üzerine tespitlerini ayrıca ele alacağım.