Oy kaydırmak câiz mi?!
Diktatörler daima işlerini gizli yürütürler. En büyük destekçileri istihbarat örgütleridir. Her şeyi bu örgütler vasıtasıyla kontrol altında tutular. Saddam da, baba ve oğul Esad da, Şah da kendi kontrollerindeki istihbarat örgütleri sayesinde ömürlerini uzatabildikleri kadar uzattılar.
Komünist ve faşist diktatörlükler de istihbarat teşkilatlarıyla rejimlerini devam ettirmişlerdir.
Türkiye, yeni internet kanunuyla, yeni HSYK kanunuyla, yeni MİT kanunuyla diktatörce bir yapının içine giriyor.
“Kopenhag Kriterleri”nden eser yok artık.
2002’de seçim sonuçları açıklandı. Gece yarısı ekran karşısındayız, Recep T. Erdoğan beklenmedik bir konuşma yaptı ve “Önümüzde Avrupa Birliği’ne giriş meselesi vardır ve önceliğimiz burdur.” dedi. Liberaller sevinç çığlıkları atmışlar, tam destek vermişlerdi. Bu liberaller dediğim “dönek” tabir edilen taife; ister milliyetçi, ister komünist-Marksist olsunlar.
Avrupa hiçbir zaman Türkiye’yi bünyesinde görmek istemeyecektir. Bunu başından beri söylüyoruz. “Biz Müslüman değiliz” desen, bütün camileri yıksan, camiye dönüştürülmüş, harabe olmuş bütün kiliseleri ortaya çıkarsan, kısaca ağzınla kuş tutsan AB senin için imkânsız. R. T. Erdoğan başından beri bunu bilmiyor muydu?
Diktatörlüğünü ilân etmek, Millî Mücadele’yle kazanılanları yok saymak için “takiye” şarttı. Şimdi gerçek yüz ortaya çıktı:
Ben varım; benden beri de yok, benden öte de!..
“Dindarlık” bile, masum Müslümanları kendisine bağlamak için bir araç... Tapınıcılar, şahsiyetine ilâhî bir anlam dahi yüklediler.
R. T. Erdoğan’a hak vermiyor değilim... Yüce Divan kapısı aralandı; ya yurt dışına kaçacak (kim kabul eder bilemiyorum!) ya da Yüce Divan’da hesap verecek. Yüce Divan’dan çıkışında kimlerin kolunda nereye gideceğini çok iyi biliyor!
Yeni bir tartışma başlayacak... Kim daha çok yetkiyi elinde toplamıştır? Şah mı, Saddam mı, baba ve oğul Esad mı? Kuzey Kore’de bir oğlan var; onu da mı katsam! “Yok artık!” dersiniz... Bu oğlandan vazgeçtim! Eskiye de gitmeyeceğim; Stalin’i, Hitler’i karıştırmayacağım!
Etrafımızdaki yakın zaman örneklerine artık R. T. Erdoğan örneği de eklenecektir. Bu örneklerin hiçbirinin bir diğerini ağdıramadığı görülecektir. İsterseniz inceleyin.
“Adam diktatör olsa, sen bu satırları yazabilir misin?!” diyenler çıkacaktır. Doğru...
HSYK kanunu Abdullah Gül’ün ıslak imzasıyla yürürlüğe girsin, MİT kanunu çıksın, bakın artık yazabiliyor muyuz! Yazarız ama sonunu düşünerek!
Biliyorsunuz üniter yapımız fiilen bitti; millî devlet çöktü; iki başlıyız. Birinin yöneticisi İmralı’da, diğerininki ise Ankara’daki mezkûr şahıs.
30 Mart seçimlerinde, birinci galip belli: A. Öcalan. Güneydoğu’da silme götürmesi için R. T. Erdoğan, yolundaki engelleri kaldırdı.
Bütün yetkileri elinde tutan Ankara’daki zatın, seçimlerde oy oranlarıyla oynamayacağını kim garanti edebilir?
Hayrettin Karaman Hoca! Bir fetva daha istiyorum:
“Diktatörlükten maksat halifeliğe zemin hazırlamaktır. Bunun için de takiye şarttı. Bunu yaptım. Halifeliğimi ilân edebilmem için reyim çok olmalı. ’Münkirler’den oy kaydırmak câiz midir?”
Hoca fetvayı verir mi verir!