Onun bunun uşakları neyin peşindeler?

HDP'den milletvekili adayı oldu. Beklerdik ki, adam Kandil'de kalacak, PKK başlarına akıldanelik edecek. (Bir zamanlar Kandil'e çıkmış, Abdullah Öcalan'ın yetiştirmeleriyle fotoğraf çektirmişti.)

"Türk"e aykırı ne varsa onun kaleminden çıkıyor. Dedesinin kemiklerini sızlatıyor.

İttihatçı troykanın üçüncü ayağı Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal'den bahsediyorum. PKK'nın uzantısı HDP'lilerin kapak attığı Yeşil Sol Parti'den milletvekili adayı. Eğer HDP'den ayrı hareket edeceğini açıklayan Erkan Baş'ın partisi TİP oyları toplamazsa, en yaşlı üye olarak TBMM'ye girecek. Ve "Türk" deyince midesi bulanan Hasan TBMM'nin geçici başkanı olacak.

Bu Hasan en son ne yaptı biliyor musunuz? Ona geleceğim.

"Ermeniler", "soykırım" diye girdiğinizde Vikipedi'nin maddesi karşınıza çıkar. Taşnakçı zihniyetle yazılmış akla ziyan bir madde. Elbette tezler ve karşı tezler verilebilir. Ama bir tarafı kesif, bir tarafı pasif verirseniz, zihniyetinizi, niyetinizi ortaya dökersiniz.

İki paragraf alacağım:

"5 Temmuz 2013'te, Erivan'da Diaspora Bakanlığı'nın düzenlediği soykırım anmalarıyla ilgili avukatlara verilen bir forumda Ermenistan başsavcısı Aghyan Hoysepyan şunları söylemiştir:

'Doğrusu Ermenistan Cumhuriyeti kaybettiği toprakları iade almalı ve Ermeni Soykırımı kurbanları maddi tazminatlar almalıdır. Ancak tüm bu talepler yasal bir zemine oturmak zorundadır. Güçlü bir şekilde inanıyorum ki soykırım mağdurlarının yakınları maddi tazminat almalı, Türkiye topraklarında mucize eseri korunmuş kiliseler ve kiliselere ait topraklar Ermeni Kilisesi'ne iade edilmeli ve Ermenistan Cumhuriyeti kaybedilen toprakları geri almalıdır.'"

Aşırı uçlarda niyetin nereye vardığını görüyorsunuz.

*

İçimizdeki "düşmanlar" da Türkiye'ye kastı olanlara çanak tutuyorlar. HDP/PKK "Yeşil Sol Parti" çatısı altında, İstanbul Şişli'de metronun Pangaltı çıkışında 24 Nisan'ı anma günü düzenliyor. Milletvekili adayı Hasan Cemal konuşuyor:

"Sevgili Hrant Dink'in acısı beni sevgili Ermeni halkının acısıyla da tanıştırmıştı. Hrant Dink sayesinde bir yerde bu toprakların hiç iyi olmayan sayfalarını anlamaya başlamıştım. 2017 yılında yazdığım kitap, '1915 Ermeni Soykırımı' adını taşıyor ve kitabın yazılışında da dediğim gibi Hrant Dink'in acısı vardı. Bugün Ermeni kardeşlerimin acısını paylaşmak için buradayım."

İnsanımıza düşmanlık eden kazanıyor. Hiçbir ülkede kendi halkına tavırlı olanlar kazanamazlar ama bizde kazanırlar. Kazanacağını bilerek de PKK'ya övgüler düzerler, 'Ermeni soykırımı' derler.

Hasan Cemal denen adam, Hrant Dink'in ardına saklanıyor. Hrant'ın ne dediğini bildiği hâlde oralı değil.

Hrant'ın ne dediğini okuyalım:

"...bu çağda, ne bir parlamentonun hakemliğe soyunmasını kabul ediyorum, ne de bir devletin.

Gerçek hakem halklar ve onların vic­danlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanıyla boy ölçüşemez.

Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek." ("Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır", Birgün, 1 Kasım 2004)

O, tehcire, belki peşin tavır koymamak için "soykırım" demiyor, "yıkım" diyordu.

Hrant "soykırım" da demiştir. Reuters Haber Ajansı muhabirine konuştuğunda: "Evet 1915'te olan bir soykırımdı, çünkü dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok." dediği kayıtlara geçmiştir.

Ama şu sözleri de kayıtlarda vardır:

"Ben soykırım derken bunu Türklerin yaptığını söylemedim. Asıl Kürtler çok sayıda Ermeni öldürdü."

Müteveffa Hrant'ın bahsettiği planlı "soykırım" değil; tehcirde, göçürülenlerin yol üzerinde başlarına gelenler. Sözlerinden öyle anlaşılıyor.

Müteveffa Hrant'la röportaj yaptım, ara ara haberleştim. Elbette geçmişin acısını yüreğinde duyuyordu.

Onunla konuşmamda, bana belki bilerek geldiği için "soykırım" ifadesi kullanmadı. Halkların "diyalog" kurmasından bahsetti. Konuşmamızın zemini "diyalog"du.

Onun, peşin hükümlü takipçileri, yazdıklarımdan dolayı bana tavır koydular; savcılığa verdiler, mahkemeye verdiler. Üstelik raporlar yazdılar, yazılarımı "nefret suçu" içine aldılar. Geri zekâlılar desem değiller; maksatları, bizim gibi ülkesine, milletine sahip çıkanları yıldırmak.

*

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nda yenilgisinin belgesi Mondros Mütarekesi'ni 30 Ekim 1918'de imzalıyor.

Galip İtilâf Devletleri, Ermeni tehcirinden dolayı İttihat ve Terakki mensuplarının yargılanmalarını istiyor. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Tevfik Paşa Hükûmeti'ne savaş suçlularının tutuklanması ve yargılanması emrini veriyor. İşgal altında baskıyla kurulan Divân-ı Harb-i Örfî mahkemelerinin verdiği hükümler, Ermenicilerin asıl dayanağı. İşgal altında kurulan bir Divan-ı Harp'te sağlıklı sorgu yapılabilir mi, sağlıklı ceza verilebilir mi? Hüküm verenler de ona göre seçiliyorlar.

İdam cezası alanlardan biri tehcir sırasında Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı olan Mehmet Kemal Bey'dir. Nasıl yargılandığı, kimlerin nasıl şahitlik ettiği, nasıl ceza aldığı meselelerine girmeyeceğim.

18 duruşma sonunda Yozgat Tehciri davası, 8 Nisan 1919 tarihinde sona erdi. Mehmet Kemal Bey idam cezasına çarptırıldı. 10 Nisan 1919 günü, İstanbul Beyazıt Meydanı'nda asılan Kemal Bey'in idamı halk arasında büyük infial uyandırdı. Cenaze törenine çok sayıda insan katıldı. Cenazesi üzerine, "Türklerin büyük şehidi Kemal Bey" yazıldı.

*

Cumhuriyet döneminde, Ermenicilerin suikastına uğrayanlar, haksız idam edilenler ve yakınları için kanun çıkarıldı. Doç. Dr. Mustafa Şahin'in "Hasan Tahsin UZER'in Hayatı, İdari ve Siyasi Faaliyetleri" kitabından aktarıyorum:

"TBMM'de 29 Mayıs 1926 tarihli birleşimin ikinci celsesinde, "Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen devlet ricalinin ailelerine ve evlâdına emlak ve arazi veya nakden tazminat itası hakkında (1/799) numaralı kanun lâyihası" görüşmelerine devam edilmiştir. Bu kapsamda Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen; Talat, Cemal, Sait Halim Paşalar ile Cemal Azmi, Bahaettin Şakir, Cemal Paşa'nın yaverleri Süreyya ve Nusrat Beylerin, tehcir meselesinden dolayı Kürt Mustafa Paşa'nın başkanlık ettiği Divan-ı Harp kararıyla idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusrat, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal, mahkeme sırasında firar ederek intihar eden Doktor Reşit Beylerin isimleri tek tek sayılan anne, baba, eş ve çocuklarına yirmi bin lira değerinde ayni ve nakdi tazminat verilmesi kararlaştırılmıştır. Kanun görüşmeleri sırasında Edirne Meb'usu Faik Bey, kapsamı biraz daha genişleterek erkek ve kız kardeşlerine de verilmesini teklif etmesi üzerine Ardahan Meb'usu Tahsin Bey "o zaman hududu nereye kadar gidecektir?" diye müdahalede bulunmuştur. Tartışmalardan sonra kanun teklif edildiği şekliyle kabul edilmiştir.

Meclis'te tamamı 31 Mayıs 1926'da kabul edilen 1109 sayılı bu kanun, 405 sayılı Resmi Gazete'de; 27 Haziran 1926'da 822 sayılı kanun olarak yayımlanmıştır. Kanuna göre, Ermenilerden kalan taşınmazların, şehit aileleri üzerine tescilinde zengin fakir ayırımı yapılmayacak ve bu mallar 10 sene süre ile satılamayacaktır." (s. 225-226)

Peşin hükümlü olmayalım. İtidal her zaman kazandırır.

Yazarın Diğer Yazıları