Ölen hangi şiir Ahmet? (1)

Hürriyet’ten Ahmet Hakan başlık atmış:
“Galiba Şiir öldü” .
Sonra sevgiyle, tutkuyla, hayranlıkla, coşkuyla, hınzırca, şaşırarak, beğenerek, saygıyla okuduğu “şairler”i sıralamış:
Edip Cansever, Cemal Süreya, Attilâ İlhan, İsmet Özel, Can Yücel, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Sezai Karakoç.
Vur-kaç taktiğiyle yazan köşe yazarlarının beğendikleri de arizîdir. Ne kadar samimiyetle bunları okudukları kuşkuludur. Ahmet Hakan için demiyorum ama birileri sevilmese de, “statü” için sevilir/sevilir görülür.
Sanmıyorum ki, yukarıda isimleri geçen “şairler” içten bir sevgiyle okunmuş olsun...
Belki Attilâ İlhan ve belki Can Yücel, insanı kıpırdatır, şaşırtır... “Coşturur” demiyorum; çünkü bunların hiçbiri insanın ruh iklimine nüfuz edemez!
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şiirine örnek verilen bir cümlesi vardır:
“Laleli’den dünyaya giden tramvaydayız.”

***


Bu şairlerin bütün yaptıkları şaşırtmak.
Şimdiye kadar en güzel şaşırtan da Orhan Veli olmuştur... Sonra kendi adıma Can Yücel’i söyleyebilirim.
İkisinde de aslında “şiir” dokusu vardır. Orhan Veli önce bir “şair”di. Sonra “şiirimsi” ye dönmüştür.
(Bir başkası kullandı mı bilmiyorum ama ben Birinci (Garipçiler) ve İkinci Yeni “şairler”inin yazdıklarından sözü edilince “şiirimsi” demişimdir.)
Birileri siyasî propagandanın etkisiyle Nâzım Hikmet Ran’dan niye bahsetmediğimi hatırlatacaklardır. Birinci ve İkinci Yeni’nin ağababası odur çünkü.
Nâzım Hikmet Ran da önce bir “şair”di; hem de Yahya Kemal’in rahle-i tedrisinden geçmiş bir şair.
Sonra Bolşevikliğe gönül vermiş, tatmin olmayınca yeise düşüp intihar etmiş Mayakovski’nin (1893-1930) etkisiyle kendisine bir yol buldu ve şiirimsi şeyler yazdı ama şiirimsinin de bir kalitesi vardır ve hakikaten kaliteyi tutturmuştur. Onu örnek alanlara bakın, bir de N. Hikmet Ran’a... Hangisi müzikaliteyi yakalamıştır?
Müzikalite olmadan “şiir” olmaz!

***


Sezai Karkoç’u lisede okumaya başladım. “Gül Muştusu”ydu ilk okuduğum... “Şiir” mi okudum, emin olamadım.
Yazar olarak favorimdi... Birçok kitabını devirdim. Muhakeme idi benim için asıl olan ve Karakoç’ta bu muhakemeyi buldum.
Attilâ İlhan’ı, “Hangi?” ile başlayan kitaplarında, üniversite yıllarında keşfettim kendimce; “sol”daydı ama “sağ”dan yazıyordu.
Diğerlerini pek okuduğumu söyleyemem. Yazdıkları şurada burada elime geçti; sadece tebessüm ettirdi, sadece şaşırttı ve “Şiir bu mu?” dedirtti. (Bazen “iş icabı” takip ettim. Edebiyatımızda isimlere ve terimlere dair kitabımızdan dolayı!)
Ahmet Hakan bu isimlerden sonra şiirin öldüğünden bahsederken pek samimî duygularını ortaya koymuş değil gibi geliyor.
Bir şeyi inanarak yazmak başka, kendisine belirlediği bir yerde (mevki de diyebilirsiniz), kalabilmek için, “statü” için yazmak başka...
Kendisinin yazdığı da İkinci Yeni’nin şiirine bir örnek aslında... Son iki cümlesi ( “mısrası” mı desek?!):
Ama galiba bitti bu iş.
Galiba şiir öldü.
Herkesin, her zaman aklına gelecek sıradan iki cümle.
Sıradan cümleleri alt alta yazarak şiir diye orada burada yayınlıyorlar.
Daha önce de yazdığım bir anekdotu tekrar edeceğim:
1978’de, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türkoloji kongresinde, Doç. Dr. Bedrettin Cömert de bir tebliğ sunmuştu. Konusu İkinci Yeniciler’di. Ama saydığı isimler içinde Sezai Karakoç yoktu. Arkalardan nahif, ağır başlı bir öğrenci kalktı, “Sezai Karakoç da var” dedi. O, benim aklımdakini söylemişti. Bedrettin Cömert eksiğini tamamladı: “Haklısınız, Sezai Karakoç da var”.
Ben sanmıyorum ki unuttuğu için söylemedi... Karakoç unutulacak bir isim değil çünkü... “Laleli’den dünyaya giden tramvaydayız.” cümlesi âdeta bir manifestodur ve Doç. Dr. Cömert’in bunu bilmemesine imkân yoktur. Meseleyi “sağ”a “sol”a getirmeyeceğim ama kamplaşmanın geldiği noktaya bir örnektir bu anekdot.
(Şimdi bilmeyenler şaşıracaktır. Bu, o Bedrettin Cömert mi? Evet o. Maalesef, Ankara’da, tebliğini sunduktan beş-altı ay sonra 11 Temmuz 1978’de öldürüldü. 12 Eylül öncesinin şartları!)
Yarın devam edeceğiz. Yazacaklarımı Ahmet Hakan hemşehrim iyi takip etsin; böyle toplu bir yerde bulamaz!

Yazarın Diğer Yazıları