Okullar tarikata bağlanırsa?
İçinde yaşadığımız tarihsel dönem de dahil, Türkiye'nin en önemli problemi her zaman eğitimdir.
Sözümü derinleştireyim.
Osmanlı tarihini inceleyenler, araştırıp okuyanlar, önce onu dönemlere ayırır değil mi? Kuruluş, yükseliş, duraklama ve gerileme dönemi diye...
Doğru..
Peki bunların aynı zamanda eğitim sürecine bağlı değişkenler olduğunu kim inceledi?
Mesela duraklama dönemi, neden duraklama? Sadece ekonomik sebepler mi? Yoksa salt kötü yönetimden mi?
Hayır.
Başlı başına eğitimden kaynaklanan sebepler var işin içinde.
Türkiye'de insanlar şunu anlamadı ve anlamamaya da devam ediyor. Eğitim ile gelişme ve kalkınma, dolayısı ile büyüme arasında çok sıkı ve doğrusal bir ilişki vardır.
Hemen örneklendireyim.
Siz 1650'li yıllarda herhangi bir medreseye gidip, en nitelikli hocayı bulup ona deseniz ki: "Hocam, dünya dönüyor mu" size vereceği cevap bellidir.
"Hayır dönmüyor. Güneş dünyamızın etrafında dönüyor" diyecektir.
Aynı soru Avrupa'daki Katolik okullarında da böyle cevaplandırılır.
Ne zamana kadar bu böyledir?
Newton'un "Yerçekimi kanununu" bulmasına kadar.
Tabir yerinde ise dananın kuyruğu tam da burada koptu. İnsanlık aleminin binlerce yıldır bildiğini sandığı, doğru olarak kabul ettiği, süreç içinde özellikle Hıristiyanlığın dini dogma haline getirdiği bilgi tamamen tersyüz oldu.
Peki bizimle ilgisi ne? Bunu neden bize anlatıyorsun diyebilirsiniz. Çok basit..
Durum bizde de farklı değildi. Birincisi bu. İkincisi de biz Kanuni döneminin ikinci yarısından itibaren, Avrupa'da yeni gelişen bilimsel bilgiyi ülkemiz eğitim sistemine taşımayı bıraktık. Ve gittikçe aynı ders konularını aynı biçimde öğretmeyi sürdürerek tekrara düştük. Böylece gelişmek yerine yerimizde saydık. İşte yeni bilgileri okul (medreseler) öğretmeyince, hep eski bilgileri tekrara düşünce; toplumda, devlet de yerinde sayıyor ve bunun adına duraklama deniliyor.
Gerileme? Onunla eğitimin alakası nededir?
İzah edeyim.
İtalya'da büyük matematikçi Targala, diğer Avrupa ülkelerinde Fermat, Oler, dört beş bilinmeyenli denklemleri, sayısal aritmetiğin inceliklerini ortaya koydu. Derken Descardes Kartezyen matematiği, Newton, diferansiyel hesaplamaları buldu. Bizim medreseler ise eski matematik düzeyinde kaldı. Aslında onların büyük matematiğe ihtiyacı da yoktu. Çünkü nihayetinde medreseler birer ilahiyat okullarıydı, fen okulları değildi. Tıpkı İmam-hatip liseleri gibi.
Avrupa 1100'lü yıllarda eğitimde üniversite seviyesine çıktı. Tüm ülkelerin büyük merkezlerinde üniversiteler kuruldu. Oxford bunlardan biri. Osmanlı, 1875'e kadar üniversiteyi kapısına uğratmadı. Ciddiye de almadı. 775 yıl gerideydik. 1875'de kurulan Darül Fünun ise, şeklen üniversite olsa bile, bölümleri, hocaları, bilimsel işleyişi bakımından bir üniversiteden çok yüksekokul seviyesindeydi.
Herkes gerileme sebepleri arsında matbaanın geç gelişini gösteriyor. Yanlış değil, ama üniversite zamanında geldi mi? Üniversite gelmediği için bilim de gelmedi. Bilim gelmeyince, bilim adamı yetişmedi ve geriledikçe geriledik.
Fizik, kimya, biyoloji, matematik bilimleri Avrupa'daki seviyesine Türkiye'de ne zaman çıktı bir bakın.
1775'de mühendishaneyi açtığımızda, fizik dersi verecek yerli hoca yoktu. Fizikçi yoktu ama hafız vardı. İmam, müftü, hoca hacı boldu.
N'oldu?
Muhteşem ordularımız teker teker mağlup oldukça, yenile yenile düşmanlarımız eksiğimizi bize hatırlattı. Mühendishaneyi bunun için açtık.
İçinde bulunduğumuz duruma bakıyorum da arızalı bir damar, gene aynı zihniyeti savunuyor. Mürşit, gene medrese mantığı olarak gösteriliyor. Bu hastalıklı zihniyet, koskoca tarihten zerre kadar ders çıkarıyor mu bakın. Neredeyse okulları tarikatlara bağlayacaklar.