"Nükleer rejime sahip çıkmanın önemi"
Dünyada ilk nükleer silahlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD tarafından Japonya''ya karşı kullanıldı. Japonya, sarı ırka mensup olmasa kullanılır mıydı bilinmez. Nükleer silah, sonrasında ateşlenmedi, buna "nükleer tabu" dendi.
Sonrasında dünyadaki tüm teknolojiler gibi nükleer silah teknolojisi de hızla yayıldı. Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ilk nükleer silahın ardından çeyrek asır bile geçmeden nükleer silah sahibi olmuştu bile.
İşte böyle bir ortamda John F. Kennedy 1961 yılında "İnsanoğlu savaşa son vermezse, savaş insanlığa son verecek." deyip "Barış İçin Atom" girişimini başlatmıştı. Bu girişim, insanoğlunun silahlanma yarışını engellemek adına dünyadaki en önemli girişimlerden biriydi. Bu girişimle, 1967 yılında imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) ve bunun etrafında nükleer rejim ortaya çıktı.
Nükleer rejim kabaca nükleer silaha ve teknolojiye sahip devletlerin, bu teknolojiye sahip olmayan ülkelere barışçıl şekilde kullanmalarını taahhüt etmeleri karşılığında nükleer teknolojiyi paylaşmalarını taahhüt ediyordu. Nükleer silahları bulunan devletler ayrıca bu silahları olmayan devletlere yönelik nükleer silahları kullanma tehdidinde bulunmayacaktı. Öyle ki ortaya çıkan rejim, dünyanın en geniş kapsamlı teknoloji transferi ve silahsızlanma anlaşmalarından birisi oldu.
Bu anlaşmaya rağmen dünya nüfusunun dörtte birinin yaşadığı alt kıta olan Hindistan, Pakistan anlaşmanın dışında kaldı. Her ikisi de nükleer silaha sahip oldu. Halkın gözünde nükleer silaha sahip olmak prestij gibi görünse de, nükleer silaha sahip olmak önemli sorumlulukları da içinde barındırıyordu. İronik bir şekilde ise barışı da garantileyebiliyordu. Örneğin, Hindistan ve Pakistan nükleer silaha sahip olmadıkları dönemde üç kez savaşmışlardı ama sonrasında nükleer silahların yarattığı dehşet dengesi için bir kez bile savaşmadılar. Sovyet Rusya ise devasa nükleer silah envanterine rağmen çökmüştü.
Dünyada herhalde en önemli jeopolitik konuma sahip olan Kuzey Kore ise, Sovyet Rusya ve Çin''in desteğiyle nükleer silah kullanımı şantajlarıyla yaşamına devam ediyor. İsrail ise nükleer silahları olduğunu ne kabul ne de reddediyor. Barışı tesis etmekle yükümlü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerinin yanı sıra bu dört ülkede nükleer silah olduğu biliniyor. İşte bu silahların yarattığı dehşet dengesi, büyük güçler arasındaki savaşı imkansız kılıyor, büyük güçler arasındaki savaşların Ukrayna''da gördüğümüz gibi üçüncü dünya ülkelerine kaymasına neden oluyor.
Güney Afrika''da Apartheid rejimi gibi kimi ülkeler nükleer silaha erişse de, nükleer silahlarını Apartheid sona ermeden söktü. Ukrayna, Belarus ve Kazakistan gibi Sovyetlerin dağılmasından sonraki yıllarda ülkesinde nükleer silah olan ülkeler de bu silahları yine 1994 yılında söktüler ve imha ettiler. Halklar bunu prestij gibi görüyor dedik ama kazın ayağı göründüğü gibi değil.
Dünyadaki birçok teknoloji, çift amaçlı kullanıma sahip. Nükleer teknoloji de bunların en başında geleni. Nükleeri yüzde 5 zenginleştirirseniz enerji elde edersiniz, yüzde 80-85 arasında ise atom bombası. Kimisi nükleer enerjinin en çevreci teknoloji olduğunu söyler kimisi de Rusya''da Çernobil''de, ABD''de Three Mile Islands''da ve en son Japonya''da patlayan Fukushima Santrali kazasında olduğu gibi ölümcül sorunlar olarak görür.
İran gibi ülkelerin nükleerle ilişkisi İsrail gibi ülkeler için savaş nedeni olur. Irak''a müdahalede ABD ve İngiltere''nin ana müdahale nedenlerinden birisi olarak sonradan haksızlığı ortaya çıksa da bu gösterilir. Nükleer enerji teknolojisine sahip olanlar, niyetlerini değiştirse hızla nükleer silah sahibi de olabilir. İşte buna da sanal kapasite denir. Bir uluslararası ilişkiler uzmanı "Niyetlerin hızlıca değişebileceğini, kapasitelerin ise aynı kalacağını" bilir.
İşte böyle birçok tartışmanın içinde kırılgan yanlarıyla birlikte işleyen bir nükleer rejim vardı. Ukrayna Savaşı sırasında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasının kendisine nükleer silah sahibi olma imtiyazı tanıdığı Rusya, sık sık nükleer silah kullanma salvoları atıyor. Bu da kırılgan bir nükleer rejimi, daha da kırılgan hale getiriyor. Ve tüm bunlar, Türkiye''ye bir deniz uzaklıktaki bir coğrafyada meydana geliyor. Çernobil patladığında çaylarımız, fındıklarımız kanserojensiz diyen bakanları olan, kanserden ölen Kazım Koyuncu''nun kanser için söylediği Çernobil''in bendeki mirası sözünü anlamayan bir ülke, bu olası etkileri görmezden gelip Batı karşıtlığı hezeyanında Avrasyacılık oynuyor.
Olması gereken, bu salvolara ket vurulması için kenetlenmek, nükleer rejime sahip çıkmak, "Putin bunu düşünmüştür" demeden ülkelere bu sorumluluklarını hatırlatmak ve Kennedy''nin "İnsanoğlu savaşa son vermezse, savaş insanlığa son verecek." sözlerini aklımızdan çıkarmamak.