Nereye?.. Padişahlığa mı?
Ayasofya'yı açtılar, ardından sökün etti... Kılıç kuşandılar; Fatih Sultan Mehmet'in vakfiyesinde "lanet" satırlarını okudular; "Hilafet şimdi değilse ne zaman" ("Hilâfet"i "padişahlık" diye anlamak gerek.) dediler; sanki onların umurundaymış gibi İslâm ülkelerinin devlet bakanlarına mektup yazıp "Bakın biz Reis'imizin dirayetiyle Ayasofya'yı müzeden camiye çevirdik, fetret devrini (yani "kâfirlik" devrini) bitirdik." dediler; Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmak zamanıdır." tivitini attı.
Hepsi birbiriyle bağlantılı huruç. Bir yere varmak istiyorlar. Sakın "İslâmî nizam"a varmak istediklerini düşünmeyin. İslâmî nizam sadece ve sadece "adalet"tir. "Adalet" ise bunlardan fersah fersah uzak.
Zaten iktidardalar. Daha nereye varacaklar? Padişahlık istiyorlarsa -görünen o- "Adalet"i sağla padişahlığı halk getirir. Hem de iktidarı babadan oğula sürdürür.
İbrahim Kalın meselenin farkında. "Hangi meselenin?" diyeceksiniz. 150 yıllık Batıya yönelme ve taklit döneminde zemin hazırlandı. Mustafa Kemal, Millî Mücadele zaferinden aldığı güçle inkılâplarını bir bir hayata geçirdi. Demem o ki; bu inkılâplar tepeden inmedi. İbrahim Kalın, sözü doğrudan M. Kemal Atatürk'e getirmemek için 100 yıla 50 yıl daha ekledi. Kastedilen yine M. Kemal Atatürk'tür.
Burada her söz açıldığında, ben, Atatürk'ün hayata geçirdikleri Osmanlı döneminde tartışılmış ve yer yer tatbik edilmiştir, diye yazageldim.
"Başkalarının hikâyeleri" var ki anlatılıyor.
Tarihin akışına hangi dönemde kim durabilmiş. "Kader"e inanan bir insan sözünü kırk defa tartıp konuşmalıdır. Senin alın yazına "Başkalarının hikâyeleri" yazılmış. O başkalarının hikâyeleri olmasaydı meselâ; senin hikâyen nasıl olacaktı?
1571'de Kıbrıs'ı alıyoruz. Batı (Haçlı) donanmasının yola çıktığı haberi geliyor. Alelacele donanmanın komutası kara ordusu komutanlarına veriliyor. Düğme yanlış ilikleniyor.
Haçlılar, İnebahtı'da Osmanlı donanmasını yakıyor. Bu tarih, Batının (Haçlının) Osmanlı'yı nasıl yeneceğini kavradığı tarihtir.
Tahtta II. Selim oturuyor. 11. padişah. Nasıl sayılıyor bilmiyorum, 90. Halife'dir. ("Nasıl sayılıyor?" dememin sebebi, merkezden kopup üç evlek yer tutan aşiret grupları halifeliklerini ilan ediyorlardı! Halifelik sıfatını alınca İslâmı temsil etmiş oluyorlar, güya güç kazanıyorlar!) "Halife" II. Selim, "Sarı" ve "Sarhoş" sıfatlarıyla da anılıyor. "Padişahçı" tarihçilerimizin, içmezdi demeye gelen dindardı sözüne bakmayın, Halifemiz bayağı içiyormuş.
Ayasofya'yı bir tamir ettiren de II. Selim'dir. 1574'te ölünce, bahçesine gömülmüş.
II. Selim'in dönemi, donanmamız yakılsa da topraklarımızın 15 milyon metrekareye ulaştığı dönemdir; ama, artık son; geriye sayış başlıyor.
İbrahim Kalın'ın neyi kastettiğine geleceğim.
Sözümü "Selîmî" mahlasıyla şiir yazan II. Selim'in şu kıt'asıyla bitireyim:
"Serîr-i saltanat oldı müyesser / Bi-hamdillâh cihân ḫalkına şâhuz // İrişdi feyz-i Hak çün kim Selîmî / Didüm târîhini ẓıll-ı İlâhuz".
(Bkz. Prof. Dr. M. Fatih Köksal, "II. Selîm'in Divançe'sinde Bulunmayan Şiirleri", ASOBİD, Aralık 2017, s. 157)