Ne oldu bu topluma?
İnsanları anlamak mı zorlaştı, yoksa Türk toplumu bir akıl tutulması mı yaşıyor bilinmez…
Şaşırıyorum...
Nasıl olur da insanlar ilkokuldan başlayarak bütün eğitim hayatı boyunca ta üniversite bitirene kadar demokrasi öğrenir de sonra gelir demokrasinin orta göbeği olan parlamenter sistemi tek kişiye teslim etmeyi ideal bir yol olarak görür?
Nasıl olur da, kalkınmanın yolunu tek adam yönetimine bağlar?
Nasıl olur da istikrarı bir kişinin yönetiminde en üstün güce bırakır?
Bunu anlayamıyorum…
Bazıları diyecek ki: "Erdoğan sevgisi…"
Eğer cevap bu ise derim ki sevgi kelimesi işin bahanesi. Bu sevginin ötesinde bir şey.
Aşktır bu..
Eğer öyle ise aşka saygı duyarım...
Ve derim ki: Herkes mi âşık?
Bütün ülke mi akıl tutulmasına uğradı?
Koca koca okulları bitirmiş, hukuk öğrenimini yapmış yetmemiş doktorasını da vermiş ama halen daha demokrasinin tükendiği yere sürüklemek istiyor bizi. Var olma sebebi özgürlük olan ve özgürleştikçe kurumlaşması gereken basına ne diyeceğiz?
Bütün gazetelerin objektif, bütün televizyonların hakikate susamış gibi özgürlüklerin peşinden gitmesi gerekmez mi? Demokrasinin, çoğulculuğun, yetkinin paylaşımının olduğu salt adalet peşinden yürümesi gerekmez mi?
Size bir şey söyleyeyim mi?
Türkiye'de demokrasi, istenen nitelikte ve ölçüde toplum katmanlarının içine, yüreğine ve gönlüne yer etmemiş demek ki.. Toplumsal gruplar, toplum kesimlerinin ruhu, onunla bütünleşmemiş demek ki.
Demokrasi ölürken, otokrasi bayramı varsa sebebi budur..
Bu sebeple mesele, Erdoğan meselesi değildir...
Mesele AKP meselesi de değil..
Mesele ruh meselesi..
Mesele, toplumsal psikoloji… Onun beraberinde getirdiği anlayış. Dolayısı ile mesele özümseme meselesi.
Bu toplumda pek çok kişi demokrasiyi tam olarak istenilen nitelikte ve kalitede özümsememiş maalesef…
Olaylara ve gelişmelere olgusal değil, kişisel bakıyor. Onlara göre mesele Erdoğan meselesi, değilse Bahçeli, o da değilse Kılıçdaroğlu meselesi…
Hâlbuki işin aslı bu değil.
Bu isimler, günün birinde tıpkı herkes gibi yaşlanıp bir gün köşelerine çekilecek. Ve hepimizden çok yaşamasını istediğimiz Türk devleti kurumsal kimliği ile devam edecek. İşte o, devam edecek bu devletin bir yönetimi, insana, yurttaşlarına sunduğu bir siyasal düzeni olacak. Bu düzen tek kişinin buyurgan yönetimimi olacak, yoksa herkesin paylaştığı, yetkilerin dağıtıldığı uzlaşmacı demokrasinin etkin yönetimi mi olacak meselesi. Kısacası kendimize neyi layık gördüğümüzle ilgili bir mesele. Dolayısı ile asıl mesele, siyasal kimlik ve yurttaşlık bilinci meselesidir.
Ne yalan söyleyeyim.
Geldiğimiz yere ve tartışmalara baktığımızda görülen manzara hiç de hoş değil.
Demokrasiyi kimlik edinmiş, içine sindirmiş, yaşam tarzı haline getirmiş insan sayısı nitelik olarak yetersiz. Aynı şekilde kurumsal olarak da durum böyle. Demokrasinin kurumları da demokrasiyi yaşatmak konusunda dik durmuyor.
En başında Parlamentonun kendisi..
Sonra basın.
Ve sivil toplum kuruluşları…
Meslek olarak, öğretmenler. En başta onların toplumu bilgilendirmesi gerekmez mi? En çok onlar "ne oluyor size " diye topluma sormaları gerekmez mi? Niye? Çünkü yıllarca demokrasi dersi vermediler mi? Hukuk devleti nedir diye öğretmediler mi?
Şaşkınım. Öğretmenler bile, öğrettiklerini yalanlarcasına davranıyor...