Ne olacak Türkçemiz!

Aç televizyon kanalını bir Canan görürsün, bir de İlber. Artık kanıksıyor insan ve ekranı karartıyor. Bunlar ilmî tetebbua vakit ayırabiliyorlar mı?!

"Tarihçi" İlber Ortaylı, bir yerde "dil yarası"na temas etmiş:

"Bir televizyon spikeri kızcağız 'başkan' diyemiyor, 'başgan' diyor. Bunu bir spiker söylüyor. Türkçeyi ağzının arkasına atmış öyle konuşuyor. Tiyatrocular, sinemacılar, televizyon ve radyo spikerleri o dili temsil ederler. Türkiye Cumhuriyeti eğitim bakımından kendini yaralamış bir cumhuriyettir. Bunun üstünü kırmızı kalemle çizin. Eğer bugün büyük bir buhranın içine girmişsek bundan daha büyük bir problem olamaz."

Bizim en büyük derdimiz uydurukçadır. Saf dil arayan dil ırkçılarımız çok kızacaklar şimdi... Arapça ve Farsçadan zamanında Türkçeye girmiş dilin malı olmuş, kendimizi başka türlü ifade edemeyeceğimiz kelimelerin karşısına, masa başında, uydurdukları kelimeleri dizmişler, alın bunları kullanın demişlerdir.

İlber Ortaylı'nın verdiği örnek pek de mühim değil. Spiker bugün "başgan" demişse, biri ikaz eder, sonra "başkan" demeye başlar. Ama asırların "meselâ"sı, "misal"i yerine "örneğin" dersen; sebebi, yüzündeni, bundan dolayıyı, bundan ötürüyü, bundan naşiyi kaldırır, hepsinin yerine soru zarfı "neden"i; "mesele" yerine, istediğinizi sorun der gibi "sorun"u; imkânı, ihtimali, mümkünü, muhtemeli kaldırır "olası"yı koyarsan, işte bunları değiştiremezsin. Daha nice örnekler var.

Yabancı dillerden kelimler ister istemez girer. Zaman içinde Türkçe kökten türetilmiş veya halkın ağzından alınmış teklifler olur; tutar veya tutmaz. Medenî dünyaya açığız. Diğer taraftan, İslâmî kimliğimiz ister istemez bizi Farsçayla, Arapçayla iç içe yaşatmıştır. Anadolu'ya gelince Rumlarla, Ermenilerle alışverişimiz olmuştur. Onlardan da dilimizde epey kelime yer etmiştir.

Uydurukça öyle salgın ki, masa başına oturan bu benden olsun, diyor, bir kelime sallıyor. Tefekkür hayatımız yok edilmiştir. Ne sosyoloji kaldı, ne felsefe!...

Uydurukçanın ağababası Ömer Asım Aksoy'un (1898-1993) "Dil Yanlışları"nı okusalar, uydurukçanın bile pek kullanılamayacağını, kullanılması için zorlanamayacağını anlarlar. Kendi ustalarına itimatları yok. Yazdım burada; Nazım Hikmet Ran tapınıcıları, onun ne dediğini hiç dikkate almıyorlar. Varsa yoksa komünistliği... (Öner Yağcı hemşerim. Cumhuriyet'te yazmaya başladın. Hayırlı olsun. İki yazından biri N. Hikmet üzerine. Biraz kütüphane raflarına göz atsan nasıl olur, derim. Neyse... Kardeşin Özer'e selâm.)

Bir de Yaşar Kemal der, dururlar. Dil meselesinde söylediklerini hiç kaale almazlar! Y. Kemal'i de, N. Hikmet'i de "edebiyatçı" olarak o kadar büyütmemeliyiz. İdeolojik tercihleri yüzünden aliyyülalâya çıkartılmışlardır. Bu da solun Türkiye'deki gücü... Güya halktan yanalar. Ama halkın dilini bozmakta birbirleriyle yarışıyorlar. N. Hikmet'in ve Yaşar Kemal'in Türkçemize dair söylediklerine kulaklarını tıkamışlardır. (Bir başka çarpıklık: İslâmcılarımız da dilde solun izine basarlar.)

Vâlâ Nurettin'in "Bu Dünya'dan Nâzım Geçti"sini, Aydemir Balkan'ın "Tanıdığım Eşsiz İnsanlar"ında Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal bahsini açsınlar, Türkçemiz için ne dediklerini okusunlar! (A. Balkan'ın Tarihçi Kitapevi'nden çıkan hatıralarında Türkeş'e dair birçok bilinmeyenleri de okuyoruz.) (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları