Nasıl bir Türkiye?
Neden “kilit” yerlerde mescit yok? Büyük alışveriş merkezlerine gidiyorsunuz, kütüphaneye gidiyorsunuz, iki üç saat kalacaksınız, vakit geliyor, namaz kılacak yer bulamıyorsunuz. Mescit bir ihtiyaçtır. Namaz kılan insanın nasıl sıkıntı içinde kaldığını, tedirgin olduğunu bilemezsiniz. “İman” hiçbir şeye ölçü olamaz.
Hâkim kültür Türkiye’de Müslümanlıksa, onun gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Bunun laiklikle ilgisi yok... Bazıları bunları söylediğimiz için, araya başka dinleri sokacaklardır... Öyleyse havra açılsın, öyleyse şapel açılsın... Bu meselenin ayrıntısına girmeyeceğim; bu konuda bilgisizlere ne desen boş...
Bence laiklik “insan”ın önünü kesmek değil, “insan”ın önünü açmaktır. Bunlar başka konular... Niye yazıyorum ki!
Şimdi yeni bir uygulamaya geçilecekmiş; tiyatro binalarında, opera binalarında, alışveriş merkezlerinde, belki sinemalarda, mescit yapılması istenecekmiş.
Bağlantılı başka konu... Önce okuyalım:
“Bir değil, iki Mozart konçertosu... 3 ve 5 numaralı keman konçertoları sular seller gibi akıyor. Anne-Sophie Mutter bir fenomen! Kıpkırmızı, geniş dekolteli tuvaleti içinde bir ateş parçası, bir duru su... Cenneti indiriyor yeryüzüne... Yalnız işitsel değil görsel bir şölen aynı zamanda... Sanki müziğin resmini çiziyor... Orkestra elemanlarıyla birebir kurduğu ilişki; tatlı sert diyalog çarpıcı... Müziği dinlerken içim temizleniyor... Bu konser hiç bitmese...” (Zeynep Oral, “Yetmez Ama... Referans Din Olursa...” Cumhuriyet, 3 Haziran 2012).
Süleyman Demirel, 28 Şubat vetiresinde tavrını örtülü darbecilerden yana koymuş, pek yapmadığı bir şeyi yapmış, konçerto dinlemeye gitmiş, sonra ayağa kalkıp: “İşte çağdaş Türkiye!” demişti. Belki bir mesaj vermek istiyordu: “Bakın, darbeciler bunun için size yükleniyorlar... Gelin konçerto dinleyin, gelin masanıza içki şişeleri dizin!”
(Şaka değil, gerçekten “içki” darbe vetiresinde büyük problemdi... Rahmetli Necmettin Erbakan Başbakan olarak davet verdiği hâlde, merhum Oramiral Güven Erkaya, illâ rakı demiş, ardından Genelkurmay Başkanı da şarap istemişti. Erbakan’ın ev sahibi olarak düştüğü durumu tasavvur edemiyorum. İnanın o haberi her hatırlayışımda içim sızlar.)
Şimdi “iki Türkiye” yaşıyoruz... Yukarıda Zeynep Oral’ın anlattığı, Türkiye’nin belki yüzde 90’ını hiç ilgilendirmeyen, onların ruhuna hiç mi hiç işlemeyen bir dünya; diğer tarafta, “öz” ünü keşfetmek isteyen çok geniş bir kitle... (Şimdi “iki Türkiye” yaşıyoruz, dedim ama “üçüncü Türkiye” yolda... R. T. Erdoğan’ın şuuraltına bastırdığı ve zamanla kuvveden fiile çıkarmaya başladıklarının “iki Türkiye” ile de alâkası yok; olsa olsa üçüncü ve ilk ikisine de yabancı bir başka dünyadır!)
Gelin “iki Türkiye” den birinin galibi olmasın. Gelin Zeynep Oral ve gibileri kendi dilinden olmayan bir sesin, onu nasıl mest ettiğini ballandıra ballandıra anlatsın; gelin sizin mescidinize de başkası karışmasın.