Müslümanın çilesi
Ne acı ki, "İslâmcı" hükûmet zamanında Müslümanların içine düşürüldüğü acıklı durumu tartışıyoruz. Kendilerini âlim, şeyh, mürşit görenlerin saçmalıklarından halkımız yaka silkti.
Musa Carullahlara ihtiyaç duyuluyor. Musa Carullah'ı en iyi anlatacak olan eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'dir. Ona dair kaç kitap yazdı.
Musa Carullah Şimal Türkleri aydınlarından.
"Aydın" derken... Aklıma geldi. Neden Türk milliyetçiliği rüzgârı Kuzey'den esmiştir? Hiç düşündünüz mü? Rus esaretinde, kendilerinin farkına vardıkları için, diyeceksiniz. Evet, öyle ama bir şey daha var: Kuzey Türkleri, Ruslar vasıtasıyla dünyayı tanımışlardır. Hemen hepsi, Türklerin medreselerinde ve sonra Rusların "modern" mekteplerinde okumuşlardır. İsmail Gaspıralı da öyle yetişmiştir, Musa Carullah da, Yusuf Akçura da... Kafkaslara doğru indiğimizde, 1897'de ilk "Turan" şiirini yazan, Ziya Gökalp'e Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak fikrini veren Hüseyinzade Ali Turan da, Ahmet Naîm'le Türkçülük meselesinde cedelleşen Ahmet Ağaoğlu da, daha doğuya gidersek Münevver Kari, "Erk erteklerini eşitken başka, / Kullik koşuğını tinglegen menmen." ("Hürriyet masallarını işiten başka, / Kölelik türküsünü dinleyen benim.") diyen Çolpan da öyle yetişmiştir.
Musa Carullah, 19. asrın son çeyreğini ve 20. asrın ilk yarısını "idrak etmiş" bir din âlimi aynı zamanda. Çok kitap yazmış. 100'den fazla notunu düşenler var. 15 bin kitaplık kütüphanesine, özel mülkiyete karşılar ya, komünist idare el koyuyor. Ama iyi etmişler. Şimdi, Kazan Kütüphanesi'nde. Herkes istifade ediyor. Yoksa Carullah'ın çalkantılı hayatı içinde, kitaplar heder olur giderdi.
Yusuf Uralgiray, Musa Carrullah'tan "Uzun Günde Oruç"u Türkiye Türkçesiyle yayınladı. Kitabın girişinde şöyle der: "(Carullah) İçinde yaşadığı geniş çevreyi bir inceleyici ve araştırmacı gözüyle görmüş, her zaman takımla gezmiş, Rusya'da şapka ile dolaşmış, hatta öğrenci iken Petrograd Camii'nde mukabeleyi de başında şapka olduğu hâlde okumuş, mülteci hayatında ise kurşunî astragan Tatar börkünü, kalpağını nadiren başından çıkarmıştır. Çünkü o, Müslüman olmak için kıyafete gerek olmadığına içten inanan asil bir Türk, imanı sağlam, ameli hakikî, iyi bir Müslümandı."
Yusuf Uralgiray, hocamdı. Muhabbetimiz farklıydı. Keşke, diyorum, keşke... Bir Arap ülkesindeydik bir vakit. Hocamla bu kadar yakınken neden dizi dibinde hatıralarını baştan sona kaydetmedim ki... Hayatta keşkelere yer yok! Ara ara sorardım. Meselâ Musa Carullah'ı sormuştum. Yakından tanıyordu. 1940'lı yıllarda ikisi de Mısır'daydı o sıra. Musa Carullah, Sovyet zulmünden kaçmıştı. Rusya'ya dönemiyordu. Karısı ve çocukları oradaydı ve hasretlerinden gözyaşı döküyordu. Rus gizli Servisi ÇEKA (sonra KGB oldu), Musa Carullah'ı daha da kahretmek için karısını telefonun başına oturtuyor, ne söylemesi gerektiğini bir bir ezberlettiriyor ve Kahire'ye telefon açtırıyor. Hanımı: "Sen bizi bırakıp gittin!" diyor ve ağzına geleni söylüyor. Musa Carullah'ın vicdan azabı çekip dönmesini bekliyor Stalin. Gitse zaten evine kavuşturmayacak. Göstermelik bir iki duruşma. Ardından idam! Stalin aydınları böyle temizliyor. (Devam edeceğiz.)