Medreseleştirerek nereye varabilirsiniz?
Mektepleri medreseleştirmek isteyenlerin varmak istedikleri yer belli: Karanlık. "Karanlık" derken bir kesimin "şeriatçı", "gerici", "dinci", "yobaz" yaftalarını kullanarak kurduğu cümleyle tarif etmek istediği yoldan yürümediğimi yazılarımı takip edenler hemen anlarlar. Bu "kesin inançlılar", bir kesimin beynini bu yaftalarla burgulayıp içlerine kapattılar; kendilerine muarız "kesin inançlılar" çıkardılar.
Çok kolay "şeriatçı", "gerici", "dinci", "yobaz" yaftasını yapıştıranlar bir de Atatürk''ün izinde oldukları mavalını okurlar. M. Kemal''i didik didik ettim. Onun farklı evreleri yok mu? Elbette var. İtiraz edilir mi? Edilir. Şunu gördüm: Önü açık bir yolda yürümüştür. Bu "açıklık" bizi "dogmatizm"e kapatıyor.
İktidardakiler medreseleşenlerden misin, medreseleşmeyenlerden misin, ayrışmasına girdiler. Kontrolsüz tarikatlara/cemaatlere de sonu karanlık yol açtılar.
Zeynep Uluant''ı bilirsiniz. Kalemi sağlamdır. Titizlikle araştırır. Bir not gönderdi:
"Arslan Bey, merhaba. Son günlerde kaleme aldığınız ve hem çok mühim hem de vahim noktalara temas eden Ayasofya Medresesi açılışı vs hakkında, yerinde tespitler içeren yazılarınıza teşekkür etmek isterim. Durum gerçekten cehalet ve Allah ile aldatmanın geldiği nokta açısından hem endişe verici hem de iç acıtıcı... Bilgilendirmelerinizden yola çıkarak ben de dayanamadım ara sıra paylaşım yaptığım facebook hesabımda bu konuda bir yazı yazdım. Yazı, Sâmiha Ayverdi Hanım''dan yaptığım iktibaslara dayanıyor..."
Yazı uzun. Siz tamamını facebooktan okursunuz.
Zeynep Uluant, ünlü yazarımız Sâmiha Ayverdi''nin, "Edebî ve Mânevî Dünyâsı İçinde Fâtih" eserinin "Fâtih''in Garp İlmine Verdiği Kıymet" başlıklı yazısından alıntı yapıyor. Ayverdi''nin şu tespitini serdediyor: "Görülüyor ki dumura uğrayan fikir hayatımızın, garp kültürü karşısındaki maddî ve mânevî hezimeti, yavaş yavaş elimizi, dilimizi bağlar olmuştur. Binâenaleyh savaştan geri kaçan, meydanı mukabil tarafa bırakmış demektir. Neticede garp âlemi istediğini söyledi. Biz ise boyun büküp sustuk. Hiç değilse o devrin fikir hayatını gösteren ham malzemeyi işleyip âbideleştirerek cihan kültür piyasasına sürmek vazifemizdi. Garp, biz kayıtsız ve kadir bilmez mal sahibinin elinden ne bulduysa çekip aldı ve kendi teknesinde yoğurarak mahiyet ve suret değiştirttikten sonra da ihraç malı hâline soktu."
Zeynep Hanım, sonra şu yoruma varıyor:
"Son günlerde gerek devletin üst kademesinin gerek bazı cemaatlerin güya hizmet adı altında sürdürdükleri faaliyetlerde göze çarpan, cumhuriyet devri aleyhtarı söz ve fiillerin mesnetsiz ve de tehlikeli bir mecraa sürüklenmiş olmasıdır. Bu çakma Osmanlı muhibleri aslında Osmanlı''yı hiç anlamamış, sığ ve bilgiden yoksun, ezbere dayanan bir peşin hükümden yola çıkarak meseleyi memleket açısından son derece zararlı bir noktaya getirmiş bulunmaktadırlar. Onlara göre bütün kötülüklerin anası batıdır, eğitim ve öğretim sadece medreselerde verilmelidir, sarık, cüppe, çarşafa bürününce de iş tamam olmaktadır. Hâlbuki gerçek bir Osmanlı muhibbi ve hanımefendisi olmakla kalmayıp son devri, çöküşü bizzat yaşayan, sebepleri birçok muteber kaynaktan okuyarak öğrenen Sâmiha Ayverdi hakikî bir münevvere yakışan bir şekilde hislerine yenilmeyip konuyu teşrih masasına cesurca yatırmaktadır. Çünkü o, işin şekliyle değil özüyle ilgilenmekte, meselenin, ''ver coşkuyu'' kabilinden, sadece mehter marşı, içi boş hamâsî nutuklardan ibaret olmadığını pek iyi bilmektedir. Üstelik bir zamanlar birer seçkin ilim yuvası bulunan medreselerin kendini yenileyemeyerek skolastik düşüncenin kurbanı olduklarını da birçok yazısında ifade etmekte, gerçeklere sünger çekmemektedir. Maalesef şu günlerde dini siyasete âlet eden zihniyet, taassup illetini de başımıza şiddetle dolayarak bu seviyeli ve aklıselim sahibi bakış açılarını sindirmekten uzak bulunuyor..."