MEB kafa yormalı

Bir makaleye göz atmıştım... "Bildirişim" kelimesi karşıma çıktı. Sık sık geçiyor. TDK sözlüğünde "bildirişim" nasıl açıklanıyor biliyor musunuz "haberleşme, komünikasyon" kelimeleriyle! Başka sözlüklere baktım: "Bildirişim" karşılığı "İletişim" yazıyor. "İrtibat" mı, demek istiyorlar? Tarihin süzgecinden geçmeyen kelimelerle konuşmaya, yazmaya zorlanıyoruz. Kelime uydurma bir inatlaşmaya dönüştü.

Prof. Dr. Berke Vardar'ın bir makalesine rastladım. Başlığı şöyle: "Bildirişim İşlevi, Alan Kavramı ve Terim Öğretimi".

Berki Vardar, Fransız Dili ve Edebiyatı okutuyordu. Uydurma dilin yılmaz savunucularındı. Rahmetli hocam Prof. Dr. Faruk K. Temurtaş, "Üniversite senatosunda fikrini açıkladığında da uydurukça konuşuyor, sözlerinden bir şey anlaşılmıyor." demişti.

Makalesinden bir cümle: "... sürekli biçimde bildirişimi kolaylaştırmayı ya da Belli toplumsal ekinsel bağlamlarda doğal olarak kullanılan dil dizgelerinin..."

Ne anladınız? İçi boş kelimeler kullanılmıştır. Mantık yürütmek mümkün görünmüyor. Daha neler kullanmış bakalım:

"Sözlüksel birimler... yapısal özellikler... uscul uygulamalar... karşı bakışımlı... kullanılma olasılığı bulunan durumsal birimler... izleklerin işlevsel nedenlerle ve gereksinimlerle..."

Böyle Türkçe insan dimağını dumura uğratır!

Felsefeciler ise felâket... Meselâ; hocaların hocası Prof. Dr. Bedia Akarsu bir makalesinin girişinde "Çağındaki anlıkçılığa (intellektualisme), felsefe dizgelerine (sistemlerine)..." diye teklif getiriyor. Parantez içi açıklamaları yaptıktan sonra, kendi uydurduğu veya ödünç aldığı "anlık", "dizge" kelimelerini kullanıyor.

Yazmıştım... Yeri geldi, tekrarlayacağım: Bir Türkoloji kongresinde, dinleyiciler arasında, önümde oturan zat kalkmış, "Zamanında Fransızca biliyorlardı, 'ekol'den 'okul'u uydurdular, İngilizce bilselerdi 'sükul'u uyduracaklardı." demişti. Onların ifadesiyle söyleyeyim: Başka dillere "öykünerek" birçok kelime uydurmuşlardır. (Bkz. Bu köşe 11 Mart 2018'de çıkan "Öykünmeci İslâmcılar" başlıklı yazım.)

Kelime uydurulmasına karşı olamayız. İfademiz yetersiz kalıyorsa, nesnelerin, fiillerin karşılığını bilmiyorsak, teklifte bulunulur ama kullanmaya icbar edilemez kimse... Herkesin bildiği, kullanılan ve atılması mümkün olmayan kelimeler atılmaya kalkışılır, yerine uydurulmuş kelimeler ikame edilmek istenirse, tartışma elbette çıkar.

Sanmayın ki, Cumhuriyet döneminde çıktı bu tartışmalar... Cumhuriyet'ten çok önce başlamıştır. Güneş-Dil teorisinin bile evveliyatı var. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, M. Fuat Köseraif örneklerin burada verdim.

Ders kitaplarımız dökülüyor. MEB acil tedbir almalıdır.

Ders kitaplarında kullanılan Türkçeyle bir yere varmayız ve Yakup Kadri'yi, Peyami Safa'yı, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Atsız'ı ve hatta Nâzım Hikmet'i ve Necip Fazıl"tercüme" etmek mecburiyetinde kalırız!

Güçlü şair ve yazarımız Halistin Kukul, Yusuf Has Hâcib'i hatırlattı:

Kutadgu Bilig'de; Ay-Toldı'nın Hükümdar'a Cevabı'nda ki:

"Sözün faydası büyüktür; söz yerinde kullanılırsa, kulu yükseltir. / Söz sâyesinde kara yerdeki mâvi göğe yükselir ve baş-köşeye geçenlerden olur. / Eğer dil söz söylemesini bilmezse, mâvi gökte olanı yere indirir." (Reşid Rahmeti Arat, , 1974, S. 83). (Daha yazacağız.)

Yazarın Diğer Yazıları