MEB dil keşmekeşliğini halletmeli

Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Otobüse ‘çok oturgaçlı götürgeç’ demeyeceğiz, bu bir şehir efsanesidir...” dedi.
İçinde espri olduğu için kimileri bu söz üzerine yorum yazdı.
Türkçemizin ayıklanmasına, birçoklarının zannettikleri gibi, Mustafa Kemal zamanında başlanmamıştır.
Türkçenin sadeleştirilmesi, halkın konuştuğu dille muvazi hâle getirilmesi, imlâ tartışmaları çok önceye dayanır. O zaman da Ziya Gökalp ve arkadaşları gibi makul teklif getirenler olduğu gibi, -kelimenin tam anlamıyla- ipe sapa gelmez teklif getirenler de olmuştur.
Güneş-Dil Teorisi de Mustafa Kemal’den öncedir: Ohrili Nureddin Mustafa (İmzasını böyle atıyor), bütün dillerin Türkçeden çıktığını ciddî ciddî yazmıştır. Osmanlı yazısından uydurduğu kelimeleri çözene kadar neler çektim! Birçok arkadaşla da tartıştık... Ama tam çözebildiğimizi sanmıyorum!
Diyeceğim Mustafa Kemal’in tartışmaya açtığı birçok mesele çok önceden gündemdeydi.
Allahtan Mustafa Kemal Türkçenin nereye gideceğini sezmiş ve: “Burada duralım arkadaşlar! Bütün diller Türkçeden çıktığına göre, yabancıdır diye dilimize nüfuz etmiş kelimeleri atmanın manası yoktur” demiş, dili mecrasında bırakmıştır. Ama vefatından sonra “gaddar” dil kesiciler Türkçemizi dilim dilim doğramış, özellikle, Arapça ve Farsça kelimeleri, dilin köreleceğini, meram anlatmakta insanların zorlanacağını, hatta, Türkçe dışında bir dil çıkacağını bile bile bir kalemde silmişlerdir. Sonra bunu “inanç” hâline getirmişler, herkesi böyle yazıp konuşmaya mecbur etmişlerdir. Bu “inanç” ki birilerinin saplantısıdır. Halkımız bunun altında kalır mı?! Çok güzel dalgasını geçmiştir:
“Gökkonuksal avrat” (hostes)
“Çok oturgaçlı götürgeç” (otobüs)
“İçi geçmiş dinsel kişi” (imambayıldı)
“Ulusal düttürü” (İstiklâl Marşı)
“Ölüsü kandilli” (evliya)
“Zırtgel” (flaş haber)
Halkın engin irfanı dilin nereye götürülmek istendiğini çok veciz ortaya koymuştur.
(Bu veciz anlatıştan ilhamla dil meselelerini enine boyuna tartıştığım kitabımın adını “Gökkonuksal Avrat-Türkçenin Türkçesi” koydum!)
İşin garibi sözüm ona “halkçı” sol ve solun izine basan Neo-İslâmcılar “uydurukça” veya “kurumca” denilen bu dil anlayışını onların söyleyişiyle “içsel” leştermişler, yeni bir “jargon” la yazıp konuşmaya başlamışlardır. Artık “jargon” a dönüşmüş bu dil anlayışı, onlarda bir “inanç” hâlini almış, başkalarını da kendilerine benzetmek için “icbarcı” bir tavır sergilemişlerdir.
(İcbarcı tavır örneklerini yukarıda adını verdiğim kitabımda bulabilirsiniz.)
“Her şey Türk için Türk’e göre” diyenler ise, hem Türkçeye, hem “din”e sahip çıkmışlardır. (Şu gerçeği Neo-İslâmcılarımız akıllarına getirmek istemiyorlar... Arapçadır, Farsçadır diye kanımıza işlemiş kelimelerin atılmak istenmesindeki maksat “İslâm”la alâkalıdır. Ben bu kadarını söyleyeyim.)
Bir ara o zaman tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisine “Kamubuyurum Tüz Bölemi” denip denmeyeceği bile tartışılmıştır!

***


Kelime uydurma yarışını bırakalım... Ne kadar güçlü edebiyatçılarımız, yazarlarımız yetişirse dilimiz o kadar sağlam olur... Yoksa birileri uydurup: “Hadi, teklif ediyorum, kullanın!” demekle dil ne sadeleşir, ne güçlenir.
Edebiyatçı kelime bulur ve hatta uydurur da... Ama hepsi bir ihtiyaç karşısında olur, yoksa durup dururken “hareket”e “devinim” demez.
Haldun Taner, hatırladığım kadarıyla “övür” kelimesini sık kullanırdı ve yerinde kullanırdı.

***


Dildeki bu “arılaştırma” asıl öğrencileri vuruyor.
Altıncı sınıfa giden 11 yaşındaki küçük kızım sık sık sormasa merak edip bakmayacaktım. Çocuklar artık test ağırlıklı çalışıyorlar. Çok değişik yayınevi test kitapları çıkartıyor. Her birinin dili birbirinden farklı...
Kimi fiile “eylem” diyor, kimi zamire “adıl”... Daha birçok farklılık...
Kesinlikle okullarda dil birliği sağlanmalıdır. Çocuklar testi çözerken mantık yürütmekte de zorlanıyorlar.
Millî Eğitim Bakanlığı dil keşmekeşini halletmelidir. Ders kitaplarında nasıl bir Türkçe kullanılıyorsa, yardımcı kitaplar çıkaranlar da aynı Türkçeyi kullanmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları