Malazgirt Savaşı’nı Türk Ordusu mu kazandı İslâm ordusu mu?!

Bugün 26 Ağustos. Malazgirt Savaşı’nın 953. yıldönümü... Malazgirt Türk Dünyası için bir dönüm noktasıdır. Bizanslılar yenildiler, Türkler Anadolu’da ve Orta Doğu’da ilerlemeye başladılar. Bundan böyle Bizanslılarla sık bir araya geldikleri gibi, sık da vuruşacaklardır. Bizans prens ve krallarıyla Selçuklu beyleri arasında güçlü bir yakınlık da doğacak, Selçuklu beyleri, veliahtları, Bizanslıların kızlarıyla evleneceklerdir. Beyler taht kavgasında birbirlerine düştüklerinde, dayıları, dedeleri olan Bizans hanedanına sığınacaklardır. Bu sığınanlardan biri de II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu II. İzzeddin Keykavus’tur (Ölümü: 1279, Kırım). İzzeddin’in annesinin babası bir Bizanslı papazdı. II. İzzeddin Keykavus’un destekçileri de Bizans topraklarına geçmişlerdir. Zaman içinde, Türkler dillerini korumakla beraber dinlerini koruyamamışlar, Ortodoks Hristiyanlığı kabul etmişler, “Türk” olarak cemaatleşmişlerdir. Gagavuzların kökü II. İzzeddin Keykavus destekçilerine dayanır. “Gagavuz” da “Keykavus”tan gelir.

Malazgirt Zaferi üzerine çok yazılmıştır. Bir soru şudur:

Acaba bu savaş tamamen askerî-siyasî, ya da millî ve etnik (kavmî) bir olay mıydı, yoksa dinî ve itikadî bir mahiyeti mi vardı?”

Uluslararası İmam Humeynî Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden Dr. Zikrullah Muhammedî bu sorunun cevabını şöyle veriyor:

“İlk bakışta Malazgirt Savaşı, Büyük Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu ve Sultan Alparslan ile Romanos Diogenes arasında gerçekleşmiş gibi görünse de birincil kaynaklarda yer alan bulgulara göre tam anlamıyla bir tarafta Hristiyan dünyasıyla Bizans’ın, diğer tarafta ise İslam dünyasının yer aldığı bir savaştır. Konuya daha ayrıntılı ve derinlemesine baktığımızda, Alparslan ve Abbasî Halifesi ile Bizans İmparatoru arasındaki tartışma ve yazışmaları incelendiğinde ve yine iki taraf arasındaki savaştan önce övünç şiirlerinin okunması, dinî merasimlerin özellikle de dua ve niyaz merasimlerinin yapılması, Âdil Tanrı’dan kendi ordularının zaferi için istekte bulunmaları yahut Bağdat’ta ve İslâm dünyasının her tarafında elde edilen zafer dolayısıyla sevinç ve şükür merasimlerinin tertip edilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda bu savaşın kavmî, millî hatta siyasî olmaktan ziyade dinî ve dünyevî her açıdan birbirine muhalif olan İslâm ve Hıristiyan dünyası gibi iki büyük güç arasında olduğu söylenebilir.” (Zikrullah Muhammedî, “Dini İnanç ve Unsurların Malazgirt Zaferi’ndeki Rolü”, Tarih Dergisi, S. 58, 2013)

Türkiye’den de Muş Alparslan Üniversitesi’nden “Malazgirt ve Kürtler” kitabının yazarı Prof. Dr. Abdullah Kıran’ın “Malazgirt Savaşı kimin savaşı?” sorusuna karşılık gelen satırlarında: “Sultan Alparslan kuşkusuz etnik bakımdan Türk’tü; ancak savaş meydanında, ‘Biz Müslümanların eskiden beri yaptıkları gazayı yapmak istiyoruz’ diyen bir komutanın davası ırki değil, İslâmî sayılmalıdır. Malazgirt bir ırk savaşı değildi; kaba bir değerlendirme ile şöyle söyleyebiliriz: Türk, Kürt ve Arap olarak üç Müslüman milletin aklı, gücü ve duasıyla kazanılmış bir zaferdi.” diyor.

Abdullah Kıran, İranlı Dr. Zikrullah Muihammedî’yle aynı neticeye varmakla beraber nüanslar dikkat çekiyor:

“Son yıllarda sıkça konuşulan Malazgirt savaşının giderek tarihî bağlamından kopartılıp ideolojik bir bakış açısıyla değerlendirildiğine şahit olmaktayız. Bir başka ifadeyle toplumda millî ruh heyecanının ortaya çıkarılmasında muazzam bir etkiye sahip olan tarih (Malazgirt savaşı) inşa edilmek istenen kimliğin bir aracı hâline getirilmiştir... Dolayısıyla Anadolu topraklarının Malazgirt savaşı ile Türklerin önünün açıldığı ve bu savaştan sonra Türklerin Anadolu’yu yurt edindiği tezi, tarihî bir belirlemeden ziyade siyasi bir mesaj içermektedir. Zira Türklerin Anadolu ve Rum diyarına yerleşimleri Malazgirt öncesinden başlar. Selçukluların İran’da iktidar olmaları, Arap coğrafyasında 11. yüzyılın ortalarından itibaren halifeleri tahttan indirip yerlerine yeni halifeler atayacak pozisyona gelmeleri, Malazgirt ile karşılaştırılamayacak kadar büyük başarılardır. Ayrıca Malazgirt, bir ırkın (kavmin) diğer bir ırka (kavime) karşı savaşı değildir. Milletler [dinler] arası savaştır. Yani bu savaş İslâm ümmetinin Hristiyan Bizans karşısında kazandığı bir zaferdir.”

Abdullah Kıran, sonra savaşta asıl kimlerin rol oynadığını kendi kırmızı kalemiyle çiziyor:

“Sultan Alparslan Malazgirt’e çok az bir kuvvetle, ‘buyruğunda 4 bin memluk askeri’ (veya “4 bin kişilik hassa askeri”) ile geldi; ancak savaş günü, Kürtlerin de katılımıyla sultanın ordusu 15 bine, en fazla 20 bine çıktı. Yani ‘Mervani Kürt Beyliği toprakları dâhilindeki Malazgirt’te, Sultan Alparslan’ın komuta ettiği askerlerin ana gövdesi, aşağı yukarı üçte ikisi Kürt’tü.’ Kimi tarihçilerin verdikleri rakamlar doğru ise, Roman Diyojen’in ordusundaki Türklerin sayısı (İbn’ül Cevzi 15,000 Oğuz diyor), Sultan Alparslan’ın ordusundaki Türklerden çok fazlaydı. Sultan Alparslan, alelacele çıkmak durumunda kaldığı bu seferde kendi ordusunu toplama zamanı bulamamıştı. Zira Halep’teyken, Halep’i kuşatma altına aldığı bir sırada, İmparatorun büyük bir ordu ile Malazgirt’e geldiği haberini almıştı.” (Abdullah Kıran, “Malazgirt Savaşı, Sultan Alparslan ve Diyojen”, Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi C. 8, S.2, 2020)

Bizim de “Selçuklular Tarihi” kitabımız var.

“Ön Söz”den iki cümlemi aktaracağım:

“Selçuklu’nun temeli Türkistan’da atılmış, Türkistan’dan Anadolu’ya uzanmıştır. / ‘Anadolu’, Selçuklu’yla ‘Türkiye’ olmuştur.”

Araya etnisite girsin, araya din girsin... bir gerçek var: Türk.

Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz olduk... Adına “Türk” dedik.

“İslâm” diyerek, yine bizim olan, canımız olan, kanımız olan, dinimizden olan etnisiteleri öne çıkararak, Malazgirt Zaferi’ne başka mana vermeye kalkışmayalım.

Ordunun başında Alparslan var. Türkçe konuşuyor. Açın Alparslan’ın ve oğlu Melikşah’ın Fars asıllı baş veziri Nizamülmülk’ün “Siyasetname”sini, kaç defa “Türk” geçer, sayın.

Alparslan’ın ağzından naklettiği “Siz Türk’sünüz!” sözünün altını da çizin!

Yazarın Diğer Yazıları