Kültürümüzde Alevîliğin ve Sünnîliğin yeri
Yümni Sezen Hocamız Türk-İslâm örneğinde “kültür ve din”i işlemiş.
“Kültür” ve “din”, iki ayrı kavram mıdır, yoksa birlikte mi düşünülmelidir?
Din “evrensel” olduğuna göre “kültür” le birlikte ele alacağız, demektir.
Prof. Dr. Yümni Sezen, “din”in farklı kültürlere nasıl hitap ettiği sorusunun cevabını ararken “Önsöz”de, şu hususa dikkat çekiyor:
“Evrensel bir din nasıl olur da farklı farklı bütün kültürlere hitap edebilir? Bunu yapabilmesi için ya bütün kültürleri, yola çıkan dinin ana yurdu olan toplumun kültürüne dönüştürmesi, ya da elinde sihirli bir değneğin bulunması gerekir. Bu sihirli değnek o dinin özellikleri arasına gizlenmiştir.”
İşte Yümni Sezen Hocamız bu “gizlenmiş sihirli değneği” bulup çıkarıyor.
“Türk Müslümanlığı”ndan bahsederiz. Hatta bunun için kitaplar da yazılmıştır. Yahya Kemal’e atıf yapılır. Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Said Başer arkadaşımızın “Yahya Kemal ve Türk Müslümanlığı” kitabı tam anlamıyla bir kılavuz kitaptır.
Yümni Sezen Hocamız bir “ilâhiyatçı sosyolog” olarak önce “din gerçeği”ni, ardından “kültür”ün ne olduğunu ayrıntılarıyla açıklamasından sonra kültür-din ilişkisine geçiyor. Buradan “Türk-İslâm örneği” üzerinde duruyor ki, şimdiye kadar açıkladığı, “din” ve “kültür” kavramları, “Türk-İslâm örneği” ne bir zemin hazırlamış oluyor.
Hocamız, “Türk Sünnîliği” yanında “Alevîlik ve Bektaşîlik” konusuna giriyor.
Burada biraz duralım...
Yümni Sezen Hocamız diyor ki:
“Ali-Muaviye kavgasında, daha genelde, tek taraflı da yürütülse, Ümeyye Oğulları ve Şiiliğe siyasi bir çizgi hükmünü vermek isteyenler haklıdırlar. Gerçekte Sünnilik bu durumda olmadığı halde buraya itilmiştir.”
(s. 83)
Ehl-i Beyt’in acıları bütün Müslümanların acılarıdır. Ama bir tarafta Muaviye oğullarının olması, onların da “Müslümanlık” adına hareket etmeleri büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu tartışmalar -ne yazık ki- günümüzde de sürmektedir.
“Kültür” burada devreye giriyor... Türklerin Orta Asya’dan taşıdıklarıyla Ehl-i Beyt arasında sıkı bir bağ vardır.
Ehli Beyt’in büyük bir kısmının da kaynağı Orta Asya’dır.
Emevîlerin takibi yüzünden Ali oğulları Horasan’a ve Orta Asya içlerine göçmek zorunda kalmışlar, sonra Ehl-i Beyt mensupları veya onlardan el tutanlar “Alp” ve “eren” olarak Anadolu’ya akmışlardır. Anadolu nasıl Türkleşti sanıyorsunuz! “Seyf” yanında “kalem” olmadan Türkleşme olmaz!
Ehl-i Beyt’in Türklüğünün kaynağı da budur. (Ayrıntı için: Nergishan Tekin, Türklük ve Alevîlik-Bektaşîlik)
***
Yümni Sezen Hocamız, “Kültür ve Din” kitabında “Sünnîlik” ve “Alevîlik” üzerinde uzun uzun durmuş, iç içelikleri ve farkları ortaya koymuştur. Burada “farklar” ortaya konurken “Kur’ânî” bir yol takip edildiğini belirtmeliyim. Dolayısıyla, “tereddütler” “Kur’ân”la çözülmüştür.
“Sünnîlik” ve “Alevîlik” meselesini mutlaka siyasetin dışına çıkarmalıyız. Materyalist bir kültür içinde ne “Sünnîlik”, ne “Alevîlik” ele alınabilir.
Türkiye’de “Ali’siz Alevîlik” temayülü, Prof. Dr. Yümni Sezen’in esas “itiraz” alanıdır. (Hocamız bu hususu biraz daha açarsa, köşemiz açıktır.)
Ülkemizde tartışmanın asıl kaynağı da “Müslümanlar” arasında derin tefriktir. Öyle bir tefrik ki, aynı camide buluşan “Sünnîler” bile derin ayrılık içindedir. Giderek “ruhbanlaşan” bir yapıyla da karşı karşıyayız.
Cem evlerinde, cemlerde, “dedeler” önlerine Kur’ân-ı Kerim’in meâlini açıyor ve buradan vaaz u nasihat ediyor. Gerek Ankara’da, gerekse İstanbul’da katıldığım cemlerde farklı bir Alevîlik görmedim.
( “Cem ayini” değil, sadece “cem” denmesini istiyor Alevî kardeşlerimiz. Cem (cem’), cami, cemaat, ictima aynı kökten kelimelerdir: hepsi “toplanma”yı, “bir arada olma”yı ve “meşveret”i ifade eder.)
Gelin görün ki, seslerini çıkartanlar “Ali’siz Alevîler”... Yani “cem”le ilgisi olmayanlar... Ağızlarından alev saçıyorlar... Her sözleriyle kin ve düşmanlık ekiyorlar.
Hocamızın değerli kitabı, çözüm bekleyen meselelere bir neşter.
(Prof. Dr. Yümni Sezen, Kültür ve Din-Türk-İslâm Örneği, İz Yayıncılık, 205 s., 0212 520 72 10)