Konuşun konuşun!
Bir zamanlar 2 numara gösterilen Bülent Arınç'a Recep Tayyip Erdoğan "o zat" diyor?. Yoldaşıydı, yardımcısıydı, bakanıydı, sözcüsüydü hâlbuki...
Parti başkanlarını anlamıyorum. Yol arkadaşlarını, birden satıyorlar demeyeyim de, aralarına hemen mesafe koyabiliyorlar, yok sayabiliyorlar.
Yakınlık uzaklıkları, kendilerine övgüyle orantılı...
İki ayrı partiden gelen Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu,.. Neler neler demişlerdi ama, şimdi "has adamlar."
Birlikte yola çıktıkları, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin ise "IŞİD'in kelle uçurucularına teslim edilecek adamlar!"
B. Arınç bir televizyon programına çıktı. Bir konuştu pir konuştu. Dolmabahçe Sarayı'nda, R. T. Erdoğan'ın bilgisi dâhilinde mutabakat sağlandığını söyledi. Biliyorsunuz, Türkiye'nin parçalanma mutabakatı. A. Öcalan dikte etmişti.
Mutabakat toplantısında Ak Parti'nin bakanlarının, bürokratının ve HDP/PKK temsilcilerinin odada nasıl oturacakları bile ince ince hesaplanmış. Mutabakat metnini okuyan da HDP/PKK'nın temsilcisi bir filmci.
Ak Parti iktidarının devleti düşürdüğü duruma bakın.
R.T. Erdoğan, sonra bu mutabakatı yok saydı. Haberim olmadı, benim dışımda gelişti, dedi.
Ama o zaman hükûmet sözcüsü olan Bülent Arınç, kuş uçsa haberi olan R. T. Erdoğan'ın mutabakattan haberi olmaması imkânsız, demeye getirdi ve kimlerin Reis'e haber verebileceklerini de bir bir sıraladı. Şimdi asıl ismi geçenler, Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal, hatta Ahmet Davutoğlu çıkıp konuşmalı, mutabakatı biz haber etmedik, demeliler. Diyebilirler mi?
Neyse ki, Allah'tan R. T. Erdoğan uyandı ve toptan mutabakatı yok saydı. Asıl soru: R. T. Erdoğan'ı kim uyandırdı? Asker mi? Ben "asker" diyorum ama, bilemiyoruz. Zamanla o da ortaya çıkar. Kendisi son anda işin vahameti fark etti desek, 2 senedir; millî sesler, ülkeyi el birliğiyle bölüyorsunuz, diye basbas bağırdılar, onlar "Kan istiyorsunuz. Çözüm istemiyorsunuz!" diyerek insanları susturmaya kalktılar.
Bir partide işler iyi gitmiyorsa, birilerinden sesler yükselir. Bu işler böyle...
Hüseyin Çelik "çözüm/çözümsüzlük" üzerine, suç duyurusu niteliğinde bir yazı yazdı. "Bile bile bugünlere geldik, PKK'ya her şey verildi. Onlar da şehirlere tahkimat yaptılar. Ben çok anlattım ama dinletemedim. Hatta üzerime yürümeye kalktılar..." gibi, köşeli, tevilsiz bir yazı yazdı. Kimse çıkıp onu da yalanla(ya)madı.
En son Bülent Arınç her şeyi söyledi.
"Çözüm/Çözülme"de konuşuldu, A. Öcalan'ın dikte ettiği mutabakat konuşuldu. Sıra 17/25 Aralık'a geldi. Saray'a bayrak açan H. Çelik, Bülent Arınç, Sadullah Ergin, 17/25 Aralık'ın "darbe" mi, yoksa yolsuzluk/hırsızlıkların ortaya çıkarılması mı olduğunu bilecek bilgiye muhakkak sahiptirler. Parti içinde iken, karşısına geçip "Neden isminiz 17/25 Aralık'ta geçiyor? Nedir tapeler? Bize izahat gerek!" dediler mi?
Bu sorular sorulmadığı müddetçe millet rahat edemez. Eğer bayrak açanların bir hesabı varsa, bu soruları sormadıkça müddetçe hesapları da tutmaz.
R. T. Erdoğan, Bülent Arınç'a ta Amerika'nın alt kıtasından, "o zat" diye sesleniyor. İpler hepten kopmuş.
Konuşun, konuşun!.. Hepiniz konuşun! Türkiye kazansın!