Kim kime hâdim?
Millet futbolda şikeyi tartışırken biz, “Dersim”den hareketle Türkiye’de “yurttaşlık” kavramı içinde, etnisitelere ayrılmış bir toplum projesine dikkati çekmeye devam edeceğiz.
Şike meselesi halledilir. Cumhurbaşkanından dönen kanun, aynen kabul edildi ve Köşk’e geri gönderildi; imzalanıp gelecek. Az ceza alacaklar ama işin ciddiyetini anlayacaklar; artık meydanı boş bulamayacaklar. Çok daha dikkatli olacaklar veya hiç tevessül etmeyecekler. Diyeceğim, ortalığın çalkalanmasına bakmayın; büyütülecek bir mesele değil.
Şikeye gelene kadar nice haksızlıklar yapılıyor... Halk huzursuz ve geleceğinden endişeli... Bu endişenin iki vechesi var: Birinci veche ekonomik, ikincisi veche ise, terör ve bununla bağlantılı Türkiye’yi etnisiteyle dilimleme...
***
İki gündür “Dersim tartışması”nın nereden çıktığını ve bizi nereye götüreceğini, siyaset bilimci, “Pratikten Teoriye Milliyetçi Hareket” kitabının yazarı Doç. Dr. Baran Dural’ın tespitlerinden hareketle tartışıyoruz.
Ak Parti “Dersim tartışması”ndan nereye varmak istiyor? Doç. Dural şunları söylüyor:
“İşte ‘Dersim fırtınası’nın Türk siyasetini içine çektiği ‘Anayasal yurttaşlık- çokkültürlü/dilli/etnisiteli toplum’ tartışması, iç- politikada siyasal iktidarın farklı siyasal paydaş edinme, dış-politikadaysa küresel değerlerle düşümdeşen, hâkim Amerikan paradigması içinde, ‘dışarıya’ fazla sorun çıkarmaksızın enerji hattındaki konumunu muhafaza edebilecek bir toplum oluşturmanın anahtarını veriyor. Türk halkı resmi tarihi hakkında en ufak bilgiye sahip olmaksızın, gayrıresmi tarih ‘uleması kesilmek’ gibi tuhaf- irrasyonel bir iddiaya sahip. Tarihi kaynaklara aldırış etmek yerine, tıpkı kendileri gibi çok fazla tarihsel bilgiye- geçerliliğe sahip bulunmayan üst kuşakların aktarımından mütevellit çapraşık hayli ‘magazinsel’ bir tarih bilgisiyle yetinen Türk insanı, karşılaştığı kökeniyle alakalı tartışmalarda bile sıklıkla bocalıyor. Dolayısıyla ne resmi tarihini sağlıklı biçimde bilmeyen ulusların gayrıresmi tarihleri hakkında da sağlıklı bilgiye sahip olamayacağını, ne de üst kuşaklardan aktarılan her kulaktan dolma bilginin, ‘verimli sözlü tarih geleneği’ oluşturmayacağını değerlendirme zenginliğine ulaşabiliyor.”
***
Şimdi şu soru aklınıza geliyordur: Bütün bunların, anayasal yurttaşlık-Dersim tartışmasıyla ne ilgisi var?
B. Dural’dan bunun cevabını şöyle alıyoruz:
“Marks, ‘Tarih kimi düşünürlerin zihinlerinde oluşan söylencelerden ibaret olamaz. Soyut idealizm tarihin dışavurumunu vermez’ derken haklıdır. Zaten bunu bilmek için Marks olmaya da, Marksist olmaya da gerek yoktur. Eğer ülkenin toplumsal yapısı Ziya Gökalp’ın savunduğu üniter -duyguda-düşüncede- hedefte ortak bir ulus fikrine ihtiyaç duymasaydı, bugün üzerinde tartışılacak bir Ziya Gökalp’ımız da olmazdı. Yine tarihsel serencamımız ulus devleti kuracak, özelliklerini saptayacak bir kadroyu gerektirmeseydi Türkiye ne Kemalist Devrimi yaşardı, ne de bugün siyasal İslam’ın ‘günah keçisi’ olarak addettiği Kemalist önderliğimiz başa geçme fırsatını yakalayabilirdi. Hatırlayalım Osmanlı’yı ortadan kaldırmayı gerektiren paradigmanın her taşı somut tarihsel bir gerçekliğe dayanıyordu. Yarın da eğer toplumsal gerçeklikler o şekilde oluşursa, Türkiye daha pozitivist, daha İslamcı, kökten-milliyetçi, radikal/ılımlı liberal, koyu muhafazakâr, yeni Kemalist bir yapıya dönüşebilir.”
Türkiye’de gücü elinde tutanlar toplumu çok kolay yönlendiriyorlar. Hele kimsenin itiraz edemeyeceği, meselâ “din” gibi unsurlarla karışık bir fikre dayandırılırsa insanlar “mutî” hâle getirilebilirler. Öyle olunca “Devlet millet için mi, millet devlet için mi?” sorusu karşımıza çıkar.
Doç. Dr. Dural devam ediyor:
“Zihinsel tembellik içinde, üstelik Batılı anlamda güçlü bir sivil toplum geleneğine sahip olmayan yapısıyla, belli dönemlerde iktidarda kim bulunursa bulunsun onu resmi görüşü olarak kabul edip benimseyen toplumlar, kısa süre geçmeden bu sefer karşı kutbun görüşlerini aynı düzeyde kabullenirler. Ülkede anayasal vatandaşlık, çokkültürlülük tartışılıyormuş gibi görünür ama tarihin mücadele alanı olarak sivil toplum olgusunu kabullenmemiş Türkiye gibi ülkelerde, sorun hep, ‘devlete kimin hâkim olduğu/olacağıyla’ sınırlı kalır, devlet halk egemenliğinin hâkim kılındığı rafine bir yapıya yine kavuşturulamaz. Yani tartışma, ‘Devletin baskın niteliği değiştirilsin, devlet topluma hâdim kılınsın’ diye başlar ama varılan nokta iptidai iktidar değişikliğinden öteye geçmez. Halk devlete hâdim kılındığıyla kalır.”
***
Bu tartışma zihnimizi açacaktır. Onun için burada bitirmiyorum. “Dersim” dedik... “Yurttaşlık” dedik; “anayasal yurttaşlık” diyeceğiz... Buradan nereye geleceğiz? Yarın!