Kılıçdaroğlu kul hakkı derken...

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, "kul hakkı" üzerinde sık duruyor. Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum. Rakibinden ön almak için "Alevîyim... Samimî Müslümanım" açıklamasından sonra, dinî kavramları daha bir öne çıkarıyor.

Biliyor ki, rakibi, seçimi almak mecburiyetinde... (Mecburiyet meselesine sonra geleceğim.) Kendisini kıstıracağı alan "Alevîlik".

Biz, Saray erkânının bu yolu, çıkar yol gördüğünü baştan bildiğimiz için daha cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesinde; muhalefetin, lüzumsuz başkan adayı bu mu olsun o mu olsun tartışmalarında, bir kesimin ısrarla Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde durduğu bir sırada, mezhep/meşrep farkının handikaplarına dikkati çekmiş, sonra K. Kılıçdaroğlu'nun adaylığı öne çıkınca o yazımı bir daha vermiştim. Seçimden sonra, Kemal Kılıçdaroğlu, kazansın veya kazanmasın, yazımı yine hatırlatacağım.

K. Kılıçdaroğlu, "Alevîyim... Samimî Müslümanım." derken, bir sınırlama koymak, karşı tarafı susturmak; Saray destekçilerinin adayı R. T. Erdoğan'ın, geçmişte olduğu gibi, önemsemiyor havasında mezhep/meşrebi üzerinde spekülasyona girişmesinin önünü kesmek için kendi sınırlarını belirleyerek ucu açık yorumlara meydan vermemek istemiştir.

K. Kılıçdaroğlu, "Alevîyim... Samimî Müslümanım." derken halk tabirini kullansaydı, samimî Müslümanlığını daha bir pekiştirmiş olurdu. İnsanlarımız "Müslümanlıklarını vurgularken "Elhamdulillah Müslümanım." der.

*

Saray etrafı "seccade" üzerinden yüklenmeyi propagandasına daha uygun görüyor. "Alevîlik" üzerinden yürümek, ara ara dokundursa da netameli.

Seccadeye basma meselesi hakikaten sıkıntı. Ne olursa olsun, üstelik iftar sonrasında, bir odada yerdeki seccadelerin fark edilememesi insanı ister istemez düşündürür. Kim olursa olsun, değerlerimizi mutlaka bilmelidir. Onun için başından beri yazarım. İlk okuldan itibaren din dersleri okutulmalıdır, derim. (Bunu derken, imam hatiplerin maksat dışına çıkarılarak yaygınlaştırılmasına, gayesinden saptırılmasına şiddetle karşıyım. İmam hatipleştirilenlerden misin, imam hatipleştirilmeyenlerden misin ayırımına gitmek halkı bölmektir; insanlarımızın birbirlerine farkı bakmasına yol açmaktır.) Çokluğu Müslüman olan halkın içinde yaşayanlar, halkın inancının kaidelerini, âdetlerini -ister uygulasınlar ister uygulamasınlar ister inansın ister inanmasınlar- teferruatıyla bilmelidirler.

Türklerde seccadenin diğer Müslüman ülkelerinden farklı olduğunu, diğer ülkelerde de gördüğüm örnekler üzerinden açıklamıştım. Bir açıklamam da seccadenin sağ ucunun namazdan sonra kıvrılmasıydı. Seccadenin bizde ayrı yeri olmasının bir sebebi "Bid'at-ı hasene" diyebileceğimiz bu kıvırmadır. Türklerde, ağaçlara çaput bağlama nasıl eski inançlarından kalmışsa, şeytan geçmesin diye seccadenin sağ ucunu kıvırmak da eski inançtan kalmıştır. (Bkz. Necib Asım, "Türklük ve Türkçülük İzleri", Türk Yurdu, S. 29/223, C. 4/24, Mayıs 1930).

Burada söylemek istediğim, din bahsine giren hususlarda, ne olursa olun hassas davranılmasıdır.

*

K. Kılıçdaroğlu, önceki akşam "Kul hakkı nedir?" diye sordu ve şunları yazdı:

"Bu sene yaklaşık 526 milyar TL faiz ödeyecekler, Kur Korumalı Mevduat için de yaklaşık 200 milyar TL. Toplamda 726 milyar TL. Bugünkü kurdan yaklaşık 40 milyar Dolar eder. İşte kul hakkı budur. Tefecilerin elindeler! Biz yatırım diyoruz, elbette şok geçirirler..."

Kul hakkı deyince... mevcut hükûmet, kul hakkı üzerinde çok oynamıştır. Siyasî İslâmcı yönetim zamanında o kadar çok kul hakkı yenmiştir ki, bütün tartışmalar kul hakkının yenmesine dair.

Bir mektuptan bahsedeceğim. Bu mektup yüzyıllar öncesine ait.

Suriye'de Fırat Nehri kıyısındaki Rakka'ya Abbasî halifesi Me'mûn (786-833) tarafından vali tayin edilen Abdullah bin Tahir'e, babası Tahir bin Hüseyin bir mektup yazar, tavsiyelerde bulunur:

"Allah Teâlâ sana (vali­liği nasip etmekle) ihsanda bulunmuş, idaresini senin emrine verdiği kullarına merhamet­li olmanı şart koşmuş, onlar hakkında âdil olmanı, onlara karşı olan muamelende onun hakkına göre hareket etmeni, onları müdafaa etmeni, ailelerini, kadınlarını, itibarlarım, canlarını, yol emniyetlerini korumanı, sulh içinde yaşamalarını sağlamanı, bir vecibe olarak sana yüklemiştir. (Şayet hakkıyla ifa etmezsen) üzerine farz kıldığı şeyden dolayı seni muaheze edecek, o noktada seni durduracak ve hesabını senden soracaktır. (...) Sultanın yakınlarından olan ve hanedanlığın nimetleri içinde yüzen, fakat sahip oldukla­rı nimeti bilmeyen kimseler, Allah'ın lütuf ve ihsanı hususunda nankörlük edip Yüce Allah'ın fazlından verdiğine dayanarak haksızlık yapmaktadırlar. Bu durumdakilerden daha çabuk nimet hâli zâil olan ve başına belâ gelen hiçbir kimse bulamazsın. Kendini, hırslı olmaktan uzak tut. İyilik, takva, halkının durumunu düzeltmek için çalışma, tebaanın memleketini imar etme, hallerini araştırma ve soruşturma, kanla­rını koruma, darda kalanların imdadına yetişme senin için biriktirilen hazinen olsun, bundan başka hazinen olmasın."

Bu nasihatler, herkese lâzım ama, her hâlde Saray'dakilerine çok çok lâzım!

*

Hz. Ali'in de bir valisine gönderdiği ahidnamesi vardır. Kemal Kılıçdaroğlu "Hak Muhammed Ali" dediğine göre, muhakkak elinin altında bu ahidname bulunuyordur. Yine hatırlatayım: Üzerinde çalıştığım İbn Haldun'un "Mukaddime"sinin birinci cildinde (İlgi Kültür Sanat Yayınları), bu uzun ahidnameyi Taha Bin Hüseyin'in oğluna yazdığı mektuptan sonra dipnot olarak verdim.

Kul hakkı yemenin vebali büyük. İktidar bu vebali kaldırabilecek mi?

Diyanet'in Din İşleri Yüksek Kurulu "Kul hakkı yemenin hükmü nedir?" sorusuna şu cevabı verir:

"Allah'ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâli vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir."

Saray'ın Diyanet'i, Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Kul hakkı" tivitinden sonra bu açıklamayı kaldırır mi?! Bilemiyorum!

Yazarın Diğer Yazıları