Kılavuzu Talabanî olanın!..
Yine aracılar, yine Kandil... Yine görüşme... Bu defa "yalama" olmuş sol liberal isimlerden vazgeçilmiş, geçmişinde "milliyetçi" bilinen bir isim -alınmasın ama- meydana sürülmüş: Avni Özgürel. Gazeteciler risksiz... Resmî görüşmeler ise risk taşıyor. MİT yöneticilerinin Oslo'daki PKK başlarıyla yârenlikleri, mahkemeye taşındı. "Şimdilik" kaydıyla soruşturmalar durduruldu. Şartlar değiştiğinde Oslo görüşmelerinin hesabını soran merciler mutlaka çıkacaktır.
Bunlar bilindiği için gazeteci Avni Özgürel Kandil'e gönderilmiş veya Özgürel, durumu müsait görüp kendisine vazife çıkarmış.
Kim görüşmeye başladıysa şartlar ağırlaşmıştır.
Avni Özgürel, Murat Karayılan'dan mesajı getirdi... Karayılan "Oslo'da mutabık kalınan hususlara bağlıyım." diyor.
Dünyanın tanıdığı en oynak politikacı Celâl Talabanî Kandil'i ikna için devreye girmişmiş.
Talabanî'nin başında olduğu KYB'nın sözcüsü Azad Cündiyanî: "Başkan Mam Celal'ın girişimlerinin sonuçlarının kısa bir dönemde ortaya çıkacağına inanıyorum." diyor.
"Mam Celâl" (Celâl Amca)… Sevecen bir hitap. A. Öcalan da, 1993'te, "ateşkes" için birlikte basın toplantısı düzenlediğinde, "Mam Celâl" diyordu.
"Evlere şenlik" Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, "Kuzey Irak'ta silâh bırakmaya, teslim almaya kadar giden görüşmeler var.'' sözlerini, "Mam Celâl"ine güvenerek söylemiş demek ki...
Beşir Atalay, geçmişe bakarak geleceği tayin edebilecek, muhakeme yürütebilecek durumda olmadığını bu cümlesiyle ortaya koyuyor.
"Görüşme" dediğin an, "ateşkes" dediğin an, hele "seçmeli Kürtçe dersi" bilmem ne diye ortaya çıktığın an, asla PKK'dan "teslim olma"yı bekleme Beşir Bey! (Beşir Atalay'a nezaketsizlik etmek istemem ama onun da insanlarımızı hafife almasına, terörün aslında niçin olduğunu görememesine tahammül edemeyeceğimi de bilmeniz gerek!)
***
Mekteptaşım, PKK'nın kurucularından (KCK Yürütme Konseyi üyesi imiş şimdilerde) Cemil Bayık "Kürtler üzerinde bu kadar soykırım operasyonu ve çözümsüzlükte ısrar sürerken sadece direnişin yükselmesi beklenir." diye açıklamış Almanya'da yayınlanan kendi gazetelerine...
(Cemil Bayık'la aynı mektepte aynı dönemdeniz. Bize silâh çekenlerin arasında olsa da, "Cemil n'aber lan!" diye yârenlik etsem mi? Bu sıra PKK yönetimiyle yârenlik eden edene! Ali Rıza Altun da var üstelik, Kemal Pir de. Kemal, 1982'de Diyarbakır Mahpushanesindeki "şanlı direniş"te(!), açlığa yatmıştı; kaybettik! Ee... Eski dost(!) düşman olmaz. Kandil'e, arabuluculuk için, asıl yollanması gerekenin ben olduğumu "yüksek makamlar"a ihsâs ediyorum yani!)
Talabanî'nin, ilk devreye girişi değil... Adam Turgut Özal'ın gözdesiydi. Kırmızı pasaport almıştı. 1993'de yine aracı olmuş ama sonu facia ile bitmişti.
Talabanî'den arabulucusu olanın burnu!...
***
Talabanî arabuluculuk hikâyesini Londra'da Arapça yayınlanan El-Vasat dergisine anlatmış, tamamını İmralı'daki Konuk (İlk baskısı 1999'da yapıldı.) kitabıma almıştım. Sonra Talabanî'nin anlattıkları benim kitap kaynak gösterilerek gündeme getirilmişti. O alıntılarda eksiklikler vardı ve başka manalar da çıkabilirdi. Ben, tam sırası diyor ve "El-Vasat'ta Talabanî'den "1993 Ateşkesi"nin Hikâyesi" altında verdiğim röportajı ve yorumumu buraya alıyorum. Kim nasıl ders çıkartacak, göreceğiz:
***
El-Vasat'ta, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celâl Talabanî ve Öcalan'la yapılmış, Türkiye'de de çok tartışılan iki röportajı okuduğunuzda, halkımızdan bazı konuların gizlendiği veya yanlış aksettirildiği görülecektir.
El-Vasat'ın yayın merkezi Londra'dır.
Celâl Talabanî ile yapılan röportaj 16 Kasım 1998 - 7 Aralık 1998 tarihleri arasında yayınlanan El-Vasat'ın 355 - 358 arası dört sayısında çıktı. Talabanî, baştan sona kendisini ve ilişkilerini anlatıyor. Bu ilişkiler içinde Turgut Özal, Süleyman Demirel, Org. Eşref Bitlis, Mesut Yılmaz ve Öcalan da yer alıyor. Talabanî'nin bu ilişkilerini anlattığı bölüm El-Vasat'ın 355. sayısının 14. ve 15. sayfalarındadır. Türkiye'de çok tartışılan ancak, eksik bilinen bir röportajdır. Türkleri ilgilendiren bölümün tercümesini aynen veriyorum.
***
- Öcalan'ı nerede tanıdın?
- Suriye'ye sığınmış bir gençken tanıdım onu. Partimizin evlerinde yaşıyordu.
- Abdullah Öcalan'la aranda hoş hatıraların olduğu söyleniyor.
- Gerçek şu ki, ben onunla 1980'de birkaç defa karşılaştım. [Sonra] 1992 ve 1993 yıllarında Demirel, Özal döneminde hükûmeti kurmakla görevlendirilmişti. Ben o sırada Türkiye'de idim. Demirel beni evine çağırdığında, Halk Partisi [SODEP] Başkanı Dr. Erdal İnönü ile koalisyon yapacağını bildirdi. Ve Kürt meselesi konusundaki görüşlerimi sordu. Çünkü o Kürt kimliğini tanıyacak bir proje hazırlıyordu. Bu projenin içerisinde Kürtlere bazı hakların verilmesi de vardı. Dedim ki:
- Bu sizin iç işlerinizdir.
- Onun cevabı şu idi:
- Bu kardeşçe bir istişaredir.
Ben de:
- Bu sizin ve Kürtler için iyi bir şey, dedim.
- Abdullah Öcalan üzerindeki etkimin ne olduğunu sordu. Ona şöyle cevap verdim:
- Onunla olan ilişkimi gizleyecek değilim. Abdullah Öcalan beni dinler. Savaşı durduracak ve size projenizi gerçekleştirmek için mühlet verecektir. Siyasî çözümün herkes için en iyi çözüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu çağ diyalog çağıdır.
- Demirel, bu düşünceyi hoş karşıladı. Daha sonra dostluğu ile gurur duyduğum Başkan (Cumhurbaşkanı) Özal'la görüştüm. Ondan hiçbir şey gizlemedim. Suriye'ye gidip Öcalan'la görüşeceğimi haber verdim.
- [Öcalan'a] bir mesajınız var mı?
Özal dedi ki:
- Bu deliye (mecnun) - onun tanımlamasıyla - nasihat etsen de bize siyasî çözüm fırsatı (fursatan li-hallin siyasî) verse...
Daha sonra Irak Kürdistan'ına dönüp kardeşim (el-ah) Musud Barzanî'yle birlikte General Eşref Bitlis Paşa ile görüştük. Türk ordusunun kuvvetli şahsiyeti Türk jandarma komutanı General Eşref Bitlis Paşa, ki o Kürt asıllıdır, bana Suriye'ye olan kritik (el-muzmi'a) yolculuğumu, Öcalan'la karşılaştığımda ne yapacağımı sordu. Dedim ki:
- Büyük ihtimalle onunla görüşeceğim.
- Eşref Bitlis Paşa şöyle sordu:
- Ona ne söyleyeceksin?'
Dedim ki:
- Ona savaşı durdurmanın zarurî olduğunu bildireceğim.
Eşref Bitlis Paşa beni teşvik etti.
Şam'a vardığımda Öcalan beni evimde ziyaret etti. Savaşı durdurma meselesini onunla görüştüm. Buna şartsız hazır olduğunu açıkladı. Kardeşim Kâmran Karadagi da hazırdı. Ankara'daki temsilcimiz Serçil Kazzaz'a telefon ettim.
O da Turgut Özal'ın basın danışmanı Kaya Toperi'yi arayarak [Abdullah Öcalan'la] aramızda geçenleri haber verdi. [Toperi] Bu düşünceyi hoş karşıladı ve doğrudan doğruya Başkan'a [Özal'a] nakletti. [Özal'ın] özel sekreteri bizi aradı ve şöyle dedi:
- Başkan bu düşünceyi beğendi.
Benden bir basın toplantısı yaparak kararını açıklaması için Öcalan'ı ikna etmemi istedi. Çünkü bu karar kapalı kapılar ardında kalmamalıydı.
Öcalan'la telefonla görüştüğümde basın toplantısı yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Aynı gece Başkan Özal'la görüştüm. Özal bir grup Türk gazeteciyi göndereceğini söyledi.
Bekaa'da basın toplantısı yapıldı. Türk gazetecilerle birlikte ben de oradaydım. Öcalan 22 gün süreyle ateşkes ilân ettiğini bildirdi. Ancak biz onun niçin bu müddeti tercih ettiğini anlayamadık.
Daha sonra Amerika'ya yolculuk ettim. Millî Güvenlik Konseyini ziyaret ettim. Onlar da çabalarımın devamı konusunda beni teşvik ettiler. Daha sonra Ingiltere'ye dönüp Dışişleri Bakanı Douglas Hurd'la görüştüm. Görüşme esnasında Hurd'ın yanında bir grup Iraklı muhalif de bulunuyordu. Bu grubun içerisinde Dr. Muhammed Bahr el-Ulûm ve Dr. Ahmet Çelebi de vardı. Öcalan'la Türk hükûmeti arasında ateşkes için arabuluculuk yaptığımı ve bunun nevruz bayramına denk gelmesine çalıştığımı söyledim.
Douglas Hurd beni teşvik etti. Ancak tek başıma fazla bir şey yapamayacağımı söyleyince bana tam destek sağlama sözü verdi.
Türkiye'ye döndüğümde samimiyetle karşılandım. Öyle ki Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz beni havaalanında karşılamış, 'hoş geldin' dedikten sonra, kan dökülmesini durdurma yolundaki çabalarımdan dolayı beni övmüştü. Daha sonra Başbakan Süleyman Demirel beni kucaklayarak ve öperek karşıladı. Daha sonra da Başkan Özal ve Dr. Erdal İnönü'yle görüştüm. Demirel şu tarihî sözü söyledi:
- Biz teröristlerle pazarlık yapmayız. Ancak bu olumlu adımı hoş karşılıyoruz.
Özal da beni tebrik ederek şöyle dedi:
- Bu deliden (mecnun) durmasını ve ateşkes süresini uzatmasını iste ki, bu konuda askerleri (el-askeriyin) ve halkı (nâs) ikna etmek için bir çıkış yolu bulayım.
[Özal'dan] Kürt asıllı Türk (El-Ekradü'l-Etrak) parlamenterin bazılarının onu [Öcalan'ı] ziyaret etmelerini istedim. Gerçekte de onları [Kürt asıllı milletvekillerini] kabul ederek bu mevzuda bana yardımcı olmalarını istedi. Ve benimle birlikte Öcalan'ı ateşkesi uzatmaya ikna için Lübnan'a gitmelerini istedi.
Bekaa'da Öcalan'ı ziyaret ettik. Ateşkes döneminin uzatılması istendi. Başkan Özal'a belirlenmemiş bir süre verilmesinden yanaydım. Öcalan da bunu kabul etti. Tekrar bir basın toplantısı düzenleyerek süresiz olarak savaşı durdurmaya kabul ettiğini ilân etti. Özal'ın vefatına kadar bu antlaşma sürdü.
Şemdin Sakık'ın, izinden dönen 22 askeri [33 olacak. A.T.] kaçırıp öldürmesi suçuyla beraber anlaşma da bozulmuş oldu.
[Öcalan'a] Bu cinayeti kınayan bir açıklama yapması konusunda nasihat ettim. Ve bu olaya sebep olan adamı mahkemeye sevk etmesini [cezalandırmasını] istedim. Ancak o bunu reddetti. Bunları söylediğim için ilişkilerimiz gerildi.
Talabanî Röportajından Çıkan Sonuç
Parantez içi kelimeleri ben ekledim. Arapça kelimeleri Latin harfleriyle yazmamın sebebi tercümede şüpheye düşeceklere kelimenin aslını göstermek içindir.
Bu röportajdan çıkan sonuç:
Demirel, birlikte hükûmet olduklarında SODEP Genel Başkanı Erdal İnönü ile Güneydoğu'da yaptıkları bir gezide "Kürt kimliğini tanıyoruz.", açıklamasını durup dururken yapmadığı, uzun bir hazırlık dönemi geçirdiği ve bu arada Öcalan'ı frenlemek istediği anlaşılıyor. Ateşkes meselesinin içinde şimdiye kadar sadece Özal'ın olduğunu biliyorduk. Talabanî önce Demirel'le görüştüğünü ve "Kürt kimliği"ni tanımak için hazırlık yapıldığını ondan öğrendiğini açıklamıştır. Yine anlayabildiğim kadarıyla, Öcalan'la görüşme Demirel'le kararlaştırılmış, ancak, bu kararlaştırmadan Özal da haberdar edilmiştir. Bu noktadan sonra Özal öne çıkmakta ve Öcalan'dan "deli" diye bahsetmektedir.
"Deli"nin Türkçedeki anlamları hem "iyi", hem de "kötü"dür. "Deli"; gözü kara, yiğit anlamlarına gelir. Delifişek, çılgın kişileri sevimli göstermek için "deli" denir. Bir de akıldan noksan olanlar vardır. Ayrıca çılgınlık yapanlara "aklını yitirmiş" denir. Özal, Talabanî vasıtasıyla Öcalan'la diyaloğa geçtiğine göre, "deli" sıfatını hangi manada kullandı dersiniz?
Özal, Öcalan'la yaptığı bu pazarlığın açık olmasını istemiş. Öcalan'ı basın toplantısı yapmaya çağırmış, Türk gazetecilerin Lübnan'a gidişini bile Özal ayarlamış. (Maalesef medyamız, bu hususta Öcalan'ı neredeyse "ilâh" mertebesine çıkarmıştı. Öcalan'ın ne söylediğinden çok, giyimi, kuşamı, yaşama şekli ve illâ da kravatıyla ilgilenmişlerdi… Şimdi aynı medyamız Öcalan'a 'bebek katili' diyor! Sık sık yayınladıkları öldürülen çocukların resimleri o zaman da vardı!)
Özal, eğer Talabanî doğru söylüyorsa, "siyasî çözüm" için askerleri ikna etmeye, kamuoyunu yumuşatmaya çalışacağını söylemiş. (Daha önce Öcalan'ı İtalya'da takip ettikten sonra yazdığım bir dizide de Talabanî ile yapılan bu çok önemli röportajı gördüğümden bahsetmiştim. El-Vasat dergisi bir arkadaşımın elindeydi. Ayrıntısını inceleyememiş, şöyle bir göz attıktan sonra arkadaşımın izahıyla yetinmiş, Özal'ın "siyasî çözüm"den bahsetmediğini yazmıştım. Yazı yayımlandıktan sonra kuşkuya düştüm. Derginin Londra'daki merkezine telefon ederek Talabanî ile yapılan röportajın tam metnini fakslamalarını istedim. Dört sayıya yayılmış röportaj metni 25 sayfa hâlinde fakslandı.) Türkiye'nin dirlik ve düzenini, birliğini ve bütünlüğünü isteyenler asla "siyasî çözüm" lâfını ağızlarına almazlar. "Siyasî çözüm" Türkiye'nin bölünmesinde ilk adım görürler. Benim de bu yüzden Özal dönemini ve Özal'ın PKK meselesine bakışını şiddetle yeren yazılarım çıkmıştı. (Bkz. Arslan Tekin, Kovulacak Güçler, 1993.) Özal'ın icraatına baktığımızda Talabanî'ye söyledikleri yönünde çalışmalar yaptığını görürüz.
Daha sonra Hatip Dicle ve Ahmet Türk'ün de aralarında bulunduğu bir grup DEP'li milletvekili Öcalan'la görüşmüştü. Demek ki, bu görüşme de Özal'ın izniyle olmuş.
Talabanî çok önemli bir şey daha söylüyor: 33 erimizin şehit edildiği olayın kınanmasını ve bu olayı yapanların cezalandırılmasını istiyor ama Öcalan, bu teklifleri kabul etmiyor. Hâlbuki Öcalan mahkemede meseleyi tamamen Şemdin Sakık'ın üzerine yıkmış, Şemdin Sakık ise, kendisini bir emir kulu göstermişti. (Arslan Tekin, İmralı'daki Konuk)