Kendi hikâyeni nasıl yazacaksın?!
Dün, "Selîmî" mahlasıyla şiir yazan II. Selim'in şu mısralarını vermiştim:
Serîr-i saltanat oldı müyesser / Bi-hamdillâh cihân ḫalkına şâhuz // İrişdi feyz-i Hak çün kim Selîmî / Didüm târîhini ẓıll-ı İlâhuz".
"Sultanlık nasip oldu. Allah'a şükür cihan halkının padişahıyız. Hakk'ın feyzi Selimî'ye erişti. Allah'ın gölgesiyiz." diye açıklayabiliriz. (Tarih düşürmüş. Sene H. 974/1566.)
II. Selim, neredeyse bütün İslâm sahasını Osmanlı sınırları içine almıştı. 15.192.000 km²'den bahsediyoruz. Ta Açe'ye (Endonezya) uzanıyor, yardım gönderiyordu.
Bizde halifeliği getirseler, hüküm alanımız 779.452 km². Hadi şimdilik Suriye'de askerimizin bulunduğu kısımlarını da sayalım. Daha öteye gidelim, Libya'nın bir kısmında da biz varız. Hilâfet alanımız bu kadar.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize 150 yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmak zamanıdır." tivitini attığından bahsetmiştik.
150 yıldır başkalarının hikâyeleri yazıldı ama öncesi kabulse nasıl bir hikâyemiz vardı ve hikâyemizi niye devam ettiremedik?
Dünyanın öbür ucunda değildik; Avrupa'nın ta göbeğindeydik. Sınırlarımızın 100 m. ötesinde çağ atlanırken, biz bön bön baktık. Matbaayı bile 200 yıl sonra kurabildik. Yahudiler Türkiye'ye kabul edildiklerinde, yanlarında matbaayı getirdikleri hâlde, kolaylıklarından istifade edemedik. Hiç düşündünüz mü Türkiye'de gayrimüslimler, eğitimde ve ticarette niçin en öndeydiler? (Avram Galanti, "Türkler ve Yahudiler" kitabında ayrıntılı bilgi verir. Şimdi Osmanlıcılarımızı sevindireyim... Avram Galanti, Osmanlı yazısının değiştirilmesine şiddetle karşı çıkmıştır.) Yahudilerin ardından Ermeniler ve Rumlar matbaa kuruyor. Bizimkiler ise kendi iç kavgalarında... Matbaa kurulunca yazıcılarımız ya isyan bayrağını çekerse?! Elbette mesele bu kadar basit değil; ama, ileriyi görememeyi nasıl izah edeceğiz!
Daha önce bu köşede kaç sayı "Aydınlanma" üzerinde durduk. Tamam, bizde insan merkezli aydınlanma kuşku uyandırıyor; ancak, "aydınlanma"yı kendi içtimaî yapımız üzerinde dizayn edebilirdik. Çatışmanın bir tarafı yaptık, "Zinhar kâfirlik!" deyip kestirip attık.
Osmanlı, yenile yenile modernitenin önemini kavramıştır. 1699 Karlofça, 1718 Pasarofça mağlûbiyeti, ister istemez Osmanlı'yı Batıya yöneltmiştir. Yenilik onlardaydı.
Sen kendini yenilemezsen, başkaları seni kendi kalıpları içine sokuyor.
Dr. İbrahim Kalın'ın, muhtemelen başkasının hikâyesi gördüğü husus, "Aydınlanma"yla bağlantılı pozitivizmin 19. yüzyılda gelindiğinde Osmanlı aydınlarına nüfuzu...
Hiç düşündünüz mü? Halifeliğin sık vurgulandığı dönemde pozitivizm tesir ediyor. Ve yine en İslâmcı hükûmetin zamanında pozitivizm öne çıkıyor. Sonra gençler niçin ateizme, deizme yöneliyor, diyoruz. Ve yine bizim hikâye yazılamıyor!
Sözü, önce komünist, sonra İslâmcı, sonra Türkçü olan, siyasî İslâmcıların bir zamanlar idolleştirdikleri, mısralarını ayet gibi yazılarına geçirdikleri İsmet Özel'e bırakıyorum:
"Türkler savaş meydanlarında hissettikleri mağlubiyet acısıyla tanışıncaya kadar Avrupa'da gördüklerini hiç beğenmediler. Askeri mağlubiyet acısı onları Batı'da beğenilecek bir şeyler bulmaya zorladı." (Çenebazlık, s. 12)
Ve arkası öyle bir geldi ki, "hikâyeler" karıştı.