'Kelle'den 'şehit'e...
Türkiye'de bir gün, bir acı haber, bir şaşırtıcı haber gelmezse meraklanıyorum... Çok geçmiyor ve muhakkak bütün Türkiye'nin dikkat kesileceği bir haber geliveriyor.
Giresun'daki helikopter kazası bayramın birinci günü evlere ateş düşürdü. Askerlerimiz bu defa eşleri, çocuklarıyla yaralandılar, hayatlarını yitirdiler. Ölenlere Allah rahmet eylesin. Yaralılarımız inşallah tez zamanda şifa bulurlar. Bir de geride kalanların yürek yaraları var. Nasıl kapanacak?
Her gün şehit, her gün şehit... Nereye kadar?! Helikopter kazası geçirenler de, vatan savunmasına koşan, terörle mücadele eden askerlerle bayramlaşmadan dönüyorlarmış.
Recep T. Erdoğan kendisi açıkladı. Son bir yıl içinde 600'e yakın şehit verdik.
Helikopter kazasının az öncesi bir konuşmasında şöyle diyordu:
"Şu anda terörle ciddi bir mücadelenin içerisindeyiz ve ciddi kayıplar verdik ama bizim kayıplarımızın bir vasfı var. Onlar şehit, onlar şehit... Bizim askerimiz, polisimiz, köy korucumuz bunlar şehit. Şu ana kadar 600 civarında şehidimiz var. Rabbimiz ne buyuruyor, 'Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Onlar diridirler ama siz bilemezsiniz.' [Bakara, 2/154] İşin aslı bu. Peki diğerlerinin durumu ne? Onlar pisi pisine gitti, onların durumu bu. Onların bir karşılığı var mı?"
Daha önceki bir konuşmasında, "Bir şehit veriyoruz ama 10 tane terörist indiriyoruz." demişti.
Daha iktidara gelmediği, PKK ile mücadeleye bigâne kaldığı dönemde ise, özensiz konuşmuş, "şehit" yerine "kelle" demeyi tercih etmiş (veya ağzından kaçırmış) ve üstelik PKK'nın kurucusu Abdullah Öcalan'ı "sayın" sıfatıyla anmıştı. ("Kelle" sözünden üç kuruşluk ceza da aldı!)
R. T. Erdoğan, Allah'tan "şehit" noktasına geldi ve bu defa Kur'ân'a atıfta bulundu. PKK Marxist, yani "dinsiz" yapıda olduğu için, elbette bu tür örgütlere karşı verilen mücadelede, hayatlarını yitirenler "şehit" mertebesindedirler. (Yazmıştım: Eski PKK'lılarla yaptığım röportajlarda, örgüt içinde, namazla dalga geçildiği gibi, dinsizlik propagandası yapıldığı hususiyetle belirtilmişti.)
Keşke diyorum, "kelle" dediği zamanda da, yetkiyi eline aldığı zamanda da Abdullah Öcalan'ın ve temsilcilerinin ayağına adamlarını gönderip "çözüm arayacağım." diyerek, millî hassasiyet gösterenlerin bütün ikazlarına rağmen, "iş birliği" aramasaydı, Marxist (ateist) örgütün önünü açmasaydı. Kur'ân'da ateistlerin (kâfirlerin) önünü açanlar, onlarla "dost" olanlara dair nâzil olmuş ayetlerin varlığından kendisi muhakkak haberdardır ve muhakkak geçmişte, PKK'ya karşı bigâne kalması, sonra "Çözüm" diyerek önlerini açması yüzünden "günah" kavramını aklına getirmiş, bir "Tövbe estağfurullah!" çekmiş, Hak Teâlâ'dan mağfiret dilemiştir! "Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar." (Zümer, 39/53). Hakikati millet için mi, kendisi için mi (iktidarını uzatmak anlamına) gördü, bilmiyorum, şu anda doğru yolda yürüyor. "Şehit" diye vasıflandırması, mücadele ettikleri için "Pisi pisine gitti." demesi, hüküm vermek bana düşmez ama, Kur'ânî görünüyor.
Yalnız o konuşmasında yine bir "arıza" vardı. O da eski huyundan vazgeçmeyip Türk'ü etnisite içinde sıralamasıydı. "Kelle"den "şehit"e geldi; inşallah "Türk"ün mana ve mahiyetini kavrayacak çizgiye de gelir!