‘İşte Gerçekler’ ve ‘kıymet’e binmiş Öcalan (1)
H. Atillâ Uğur, “Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım -İşte Gerçekler-” kitabını yayınladı.
Kim Atillâ Uğur?
Emekli kıdemli albay.
O şimdi mahpus...
(Daha hüküm verilmemiş ama üç yıldır Silivri’de yatıyor. Ne olduğu tam tarif edilmemiş bir “suç” isnadıyla tutuluyor. Bu “tutukluluk” hâlini geçmiş, “ceza” ya dönüşmüştür. Onun için “mahpus” ifadesini kullandım.)
Asıl mevzuya (Dil meselesi: “mevzua” yazmadım!) geçmeden belirtmeliyim. Atillâ Uğur’un, tutuklu kaldığı yeri “Silivri Esirevi” göstermesini yadırgadım.
“Esir” ve “tutuk” bambaşka kavramlardır.
“Esir”i, Türkçede “düşmanının elindeki” olarak anlıyoruz.
“Esirevi”ndeysen “düşman” kim?
Sizi ve arkadaşlarınızı tutanlar, ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşıyorlar ve Cumhuriyetin kanunlarına tâbiler. Ortada bir haksızlık varsa, “haksızlığı” yapanlar, ileride bunun hesabını verirler.
Hâlbuki “Düşman” hesap vermez. Gücün varsa “millet” olarak “düşman” ın hesabını görürsün.
Atillâ Uğur, kitabına “Atatürk”le başlamış, “Atatürk”le bitirmiş. Tabiî bunun da bir anlamı var... “Esir” ve “tutuk” kavramları ister istemez Mustafa Kemal’e bağlanabilir. Atillâ Albay, muhtemelen, demek istiyor ki: “Atatürk Türkiye’si manen işgal altındadır. Biz savaş şartlarında esir alındık.”
Kendisi durumu açıklarsa bu köşede elbette yayınlarım.
***
Atillâ Uğur’un “Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım -İşte Gerçekler-” kitabı tam zamanında çıktı. (Kaynak Yayınları, 0212 252 21 56).
A. Öcalan’ı, “devlet”in (yoksa “hükûmet”in mi, demeliyim... Bu tefriki muhterem başbakanımız Recep T. Erdoğan’a bırakıyorum. Kendileri “devlet”i ve “hükûmet” i pek güzel tarif ediyorlar!) “kıymet”e bindirdiği bir zamanda, A. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinde, Yozgat ağzıyla söylersek, nasıl culuğunun düştüğünü bu kitapta görüyoruz.
A. Öcalan’ın Kenya’dan teslim alınıp İmralı adasına yerleştirildikten sonra önce Jandarma İstihbarat Dairesi tarafından sorgulandığını biliyorduk. Bunu ben de yayınlamıştım. (Yarın anlatacağım.) Demek ki, sorgulayan o zaman binbaşı olan Atillâ Uğur’muş.
Atillâ Uğur, A. Öcalan’la İmralı’da bir odada başbaşalar... A. Öcalan’ın gözündeki bant çıkarıldığında, “Beni asacak mısınız?” diye soruyor ve hemen ekliyor: “Ben devletimin emrindeyim.”
Atillâ Uğur, Öcalan’ın Türk bayrağını öptüğü sahneyi de anlatmıştır.
“Ben devletimin emrindeyim” sözünü ilk getirildiğinde de söylemişti. “Cani” , “katil” , “bölücü” denen kişi, sorgusuz sualsiz öldürüleceğini düşünmüş ve o anda kurtulmanın yolunu “devlet” in hizmetine geçmekte bulmuştu.
***
Bir “lider”in böyle davranması normal mi?
Liderlik meselesini de araştırmıştım. Türkeş kitabımın girişinde uzun bir “liderlik” değerlendirmesi vardır.
İnsanı “lider” yapan “karar anları”dır. Öcalan’a bakıyoruz, kendisini tarihe intikal ettirecek bir karar anı yoktur.
“Ben devletimin emrindeyim” sözü bir karar anı değil, bir “yenilgi” dir.
“A. Öcalan’ın bu sözü ya taktikse” diyeceksiniz... Taktik değil de, “kurnazlık” diyebiliriz belki, ama “teslimiyet” le “kurnazlık” ı ayırt edelim. Yakalandığında hâl ve hareketleri, bizzat o anda A. Öcalan’la muhatap olanlar tarafından anlatılmıştır. Öcalan’ın, İmralı’da muhakeme safhasının tamamını takip etmiş bir gazeteci olarak söyleyeyim, Öcalan, muhakemesi sırasında biraz kendisini toparlamış ve oyununu oynamaya -buna “kurnazlığını göstermeye” diyelim isterseniz- başlamıştır. Yoksa, ilk Türkiye’ye getirildiğinde, jandarmanın sorgusunda, söyledikleri tamamen “bitikliğini” gösteriyordu.
İddiası olan bir liderin zoru görünce culuğunu düşürmesi normal değildir. “Direnç” de insanları kurtarır. Aklını kullanıp “iddia” sını sürdürseydi, çok farklı bir portre çizebilirdi.
Bir “lider” o anda kendisinin öldürülmesinin mümkün olmadığını anlayabilecek bir kapasitede olmalıdır. Akıl yürütseydi, meseleyi hemen çözer ve karşısındakini idare ederdi.
Yarın devam edeceğim. Şimdi A. Öcalan’la müzakereye oturanlar özellikle okusunlar.