İşte büyük resim
Başta şehir hastaneleri olmak üzere, Osmangazi, Yavuz Sultan Selim köprüleri ve 3. Havaalanı, Avrasya Tüneli gibi yatırımlara eyvallah ama haberimiz olmadan hem biz ve hem de ülkemiz normalin üstünde döviz üzerinden özel sektöre borçlandırıldık. Bir liraya mal olacak iş 10 liraya çıktı.
Dolar arttıkça borç süresi ve fiyat ister istemez artıyor.
Demirel'in yapmadığını yaptılar. Rahmetli, yatırımı devlet kasasından ihale ederdi ve elbette borcunu hep birlikte öderdik ama bir liralık işi 10 liraya yaptırmazdı.
Ta Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak yokluğa rağmen bin bir güçlükle yapıp hayatımıza sokulan, halkımızın çalışıp karnını doyurduğu bütün fabrikaları, kamu yatırımları çoğunlukla yabancıya satıldı.. Bundan 68 milyar lira gelir elde edildi ve hepsi tuzla buz oldu.
Kısacası kamu yatırımları, ulaşım ve inşaat sektörüyle sınırlandı. Üretim sektöründen devlete el çektirildi.. Böylece iktidar sahipleri kapitalizme yol vermiş oldular.
"Devlet yatırım yapmaz. Özel sektör yapar" diye düşünüldü ve inşaata yöneldiler.
"Özel sektör yapar" denildi ama öyle olmadı. Ülkemiz kalkınması için büyük öneme sahip ağır yatırımları özel sektör yapmadı. Çünkü kapitalizm ve uluslararası sermaye Türkiye'nin kalkınmasını istemiyor.
2002'den bu tarafa ekonomik krize kadar inşaat sektörüne resmî rakamlara göre dışarıdan borç alarak tamı tamına 330 milyar, biraz da içinden destekle toplam 511 milyar dolar kaynak sağladı..
Bunun sonucunda İstanbul'un silüeti bozuldu.
Ankara görünüm değiştirdi.
Sonra başkası gelip de bunları yapmış ya da yaptırmış gibi "şehirlerin silüetini bozdular. Dikey mimari istemiyoruz, yatay mimari olacak" dediler.
Gülmeli miyiz ağlamalı mıyız belli değil.
Mesele bununla kalsa iyi.
Hatalı politikalar sonucunda Türk devlet ve ülkesi, yabancılara 466,7 milyar dolar borçlandırıldı. Borçlanma böyle devam ederse emin olun Türkiye savaşamayacak duruma gelecek.
Çünkü ekonomi borçla dönüyor.
Yarın bir gün "Suriye'de savaşamazsın aksi halde borç vermeyiz" derlerse ne yapacağız?
Son tahlilde Türkiye, uluslararası sermayenin sömürü merkezine dönüştü.
Paraya ihtiyacımız var.
Dolarını, Euro'sunu getiren bir koyup on kazanıyor.
Türk milleti ise kuyrukta asgari ücretle bir iş bulmanın umudunu yaşıyor. Bulursa dünyalar kendisinin oluyor.
Hâlbuki asgari ücret geçim standardının en alt seviyesi. Bu parayla İstenen yaşam kalitesini asla kuramazsınız. Ama insanlar işsiz olunca kayıp olmuş eşeğini bulan Nasrettin Hoca fıkrasındaki adamın durumuna dönüyor.
Bu ekonomi politiğin sonu hiç iyi olmadı. İşsizliğin yanında üniversitelerin fen bölümleri dibe vurdu.
Yetişmiş kalifiye elemanlar, kısaca seçkin genç beyinler yabancı ülkelere göçmeye başladı. Hatta yerli sermaye ülkeden kaçmak için kendine bahane buldu.
Üretim sevmeyen yönetim sayesinde tarım durma noktasına geldi.
Şehir hastanelerine hasta garantisi verilerek halk bir kere daha borçlandırıldı. Yetmedi, hastaneler gittikçe artan oranda paralı hale gelmeye başladı…
Şimdi sanki Türkiye'yi başkaları bu hale getirmiş gibi meydanlarda bağırıyorlar: "Ülkenin beka meselesi var"
Biz de soruyoruz haliyle: "Sahiden mi?"
"Büyük resme bakın" diyorlardı, işte baktık.