İslam'ın görünmezliği problemi...
"İslam'ın görünürlüğü problemi" demiş yazar. Ben cümleyi tersinden söylüyorum: İslam'ın görünmezliği problemi.
Kelime oyunu mu yapıyorum?
Hayır!.
Kelime oyunu yapmıyorum. Çünkü İslam, "ben Müslümanım" diyen herkesin davranışlarında kendini belli etmesi gerekirken etmiyor.
Görünmesi gerekirken görünmüyor.
Yaşaması gerekirken yaşamıyor.
Dolayısı ile asıl problem İslam'ın görünürlüğünden çok görünmezliği problem.
Öyle ise, sorun bellidir.
Olması gerekenin olmaması sorunu.
Neden?
Çünkü İslam'ı politikanın emrinde tutsak eden ideolojiler ve siyaset, bağlı olarak cemaatler, özünden koparılmış tarikatlar, hayatın pratiği içinde eritip yok ettiler.
Tarikatlar, sûfizmin içini boşalttı.
Nedir sûfilik?
"Allah yolunda, 'bencillikten' ve 'bencilik'ten arınmak. Varlığını, kimliğini, yüzünü, asıl sahibi olan Allah'a teslim etmektir. Hayatı bütünüyle bir "secde" haline getirmektir."
Bilimsel dille söylersek egonun dizginlerini kısıp, süperegonun değerlerine boyun eğmektir.
Başka?
"Allah için dünya nimetlerine sırt çevirme işi"dir.
Kısaca dünyevileşmeme, azla yetinip çoktan kaçınma işidir.
Sağlık Bakanlığında kadrolaşma değildir.
"Çelincır'ı biz düşürdük" deyip aklın almayacağı saçma sözler etme işi de değildir…
Hele "yanmaz kefen" pazarlama sûfiliğin hiçbir yerinde yoktur.
Şaşacaksınız belki ama okul açma, vakıf kurma, politik hevesle devlet kurup devlet yıkma işi de sufiliğin işi değildir. Sûfi, kendi halinde zararsız bir fanidir.
Tarikatların içinde bulunduğumuz süreçte haksızlık karşısında hakkın dili olması gerekirdi. Çünkü İslam dünyasında tarikatların ortaya çıkmasının bir sebebi de Ehlibeyte yönelik katliamlar, Müslüman sahabelerin bile iktidarlar karşısında birbirine düşman olacak kadar saflara ayrılmasıydı.
Kan ve kinin iç içe geçtiği bu dönem ve sonrasında sûfi, kendi sessizliğine çekildi ve yine kendi kendine Allah'ı bizzat vicdanında hissetti.
Bu sebepledir ki sûfi; adaletsizlikler karşısında adaleti, adam kayırma karşısında kayırmamayı, devlet malını yiyenler karşısında helali, yandaş kayırma karşısında işin ehline verilmesini ve sünneti savunması gerekir.
Peki, bugün kim ne yapıyor?
Takılmışlar kapitalizmin peşine mal mülk, zenginlik ve lüks hayat peşinde koşuyor.
Ciplere binme yarışındalar.
Torpil yapmaması gerekirken en alasını yapıyor.
İhale almaması, dünya malına sırtını dönmesi gerekirken, tam tersine başkalarıyla yarışıyor. "Muhazakârım" diyen AKP iktidarı ise dini pratiğin nasıl işlevsiz hale getirileceğini, yandaşlarıyla birlikte cümle âleme saymakla bitiremeyeceğimiz örneklerle ve bizzat uygulamalarıyla gösteriyor.
Bu sebeple İslam'ın görünürlüğü değil problem olan, görünmesi gerektiği halde görünmez hale getirilmesidir.
İslamcı siyasi politik, sadece dine ve dindara güveni sarsmadı, aynı zamanda yapıp eyledikleriyle ülkeye, topluma, devlete, orduya, hukuka, tarıma, sanayiye dış ve iç politikaya ve hepsinden önemlisi ahlâka zarar verdi. Ne yazık ki vermeye de devam ediyor.