İslâmcıların birbiriyle hesabı
Saray'ın itibar ettiği, Diyanet İşleri Başkanı'nı 10 Kasım'dan bir gün önce bile bile ziyaretine gönderdiği Kadir Mısıroğlu'nun, M. Kemal'e karşı tavrı başından beri belliydi. İşi bu derece sapkın noktaya taşıması şaşırtıcı. Acaba iktidar ona cesaret mi verdi, diyeceğim ama o başından beri kendi çizgisinde tavır sergilemiştir.
Aklıma başka bir şey geliyor: Halkın aksülamelini ölçmek istiyorlardır. Halk itiraz etmiyorsa, bir ileri merhaleye geçmeyi planlıyorlardır.
M. Kemal Atatürk'ün, Afet İnan'a dikte ettiği medenî bilgilere dair tartışmalı notları da öne çıkarılmaya başlandı. Bir "hesaplaşma" içinde oldukları çok açık.
İslâmcılar "bir" değil; birbirleriyle neredeyse kanlı bıçaklılar. Kimi siyasî İslâmcılığın militanlığını yaparken, sonunda "Aman 'şeriat' gelmesin!" deme noktasına gelmiştir. Örnek: Yılmaz Yalçıner.
Yalçıner, 1968'de iki arkadaşıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ilk Ülkü Ocakları'nı kurmuştu. (Diğer arkadaşları da tanıdık: Eski TTK Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci ve eski TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz). 1974'ten sonra militan İslâmcılık çizgisine yol almaya başlamıştır. (1975'te "Dündar Soylu" adıyla "Komando Sorunu" kitabını çıkardığını ve Ülkücüleri savunduğunu hatırlatayım.) Öyle ki, 12 Eylül Darbesi'nden sonra "İslâmcılık" adına, üç arkadaşıyla, uçak bile kaçırmış, uçakta polisin müdahalesi sırasında iki kişi hayatını yitirmişti. Zamanında onunla uzun uzun konuştum ve bir kitabımda yazdım.
Yeni Şafak'ta kendisiyle yapılan mülâkatta, sözün sonunda "Keşke Mehdi bekler gibi Erdoğan'ı bekleseydim." dese de, şu sözleri çok ama çok önemli:
"Hangi Müslüman'a sorsanız, hiçbirinin kafasındaki Şeriat diğerine uymaz. Şeriatçı bir gazete olmaz. Şeriat adına kul kısmının bir ülkenin egemenliğini ele geçirmesiyle yapacağı dayatmaların tümüne kendi adına Şeriat diyecektir ve bunu İslam'a mal edecektir. Bugünkü düşüncemle bunu söyleyebilirim." (11 Aralık 2011).
"İslâmcı" Kadir Mısıroğlu, İstiklal Marşı'mızın şairi Mehmet Âkif'e akıl almaz sözler etmiş, Âkif'in torunlarıyla mahkemelik olmuştur.
Karşı karşıya geldiği diğer bir isim, hükûmet edenlerin bir gazetesinin adına ödül koyduğu, ödülünü R. T. Erdoğan'ın bizzat dağıttığı Necip Fazıl Kısakürek hakkında "ağır" sözler etmiş, Kısakürek'in oğullarıyla sert polemiğe girmişti. Daha ötesi, "Üstad Necip Fâzıl'a Dair" kitabını yayınlamış (Sebil Yayınları, 1993, 144 s.), bir taraftan överken, bir taraftan, ünlü şairin bütün "açıklarını" yazmıştır.
Kumar meselesine girerken "aramızda bomba tesiri yarattı." der.
Kumar meselesinde anlattıklarını aktaracağım. Onun "yarattı" kelimesiyle alâkalı notunu vermek istiyorum:
"Artık umûmîleşmiş görünen bir hassasiyetle -yaratmak- kelimesi muhterem okuyucularımın zihnine takılmamalıdır. Güzel Türkçe'mizi 'sadeleştirmek safsatası' ile tarih boyunca kazanmış olduğu bütün ifâde inceliklerinden mahrum kılarak kısırlaştıran devrimbaz zihniyyet yüzünden yaratmak, vücûda getirmek mânasındaki 'ibda', inşâ', ihdas, îcad v.s. gibi kelimeler diri diri gömülmüş yani nisyana (unutulmaya) terkedilmiştir. Kaldı ki, 'yaratmak' kelimesi 'hâlik' karşılığı olduğundan ve bu da esmâ-yi ilâhiyeye dahil bulunduğundan tecviz edilmiyorsa düşünülmelidir ki, Cenâb-ı Hak yüce Kur'an'da kendisinden 'Ahsen-ül Hâlıkîn' yani 'yaratıcıların en güzeli' diye bahsetmektedir." (s. 20-21). (Devam edeceğiz.)