İslam, ama hangi İslam?
Vuruyor, kırıyor, öldürüyor ve haykırıyor: Allahu ekber!
Kur'an, "vurmayın" diyor.
O vuruyor..
Kur'an "öldürmeyin" diyor o öldürüyor. Ve gene yaptıklarını İslam'a dayandırıyor..
Bu nasıl şey?
İslam dünyası kendi çelişkisini içinde taşıyor..
İki din var: Biri, orijinal.
Bozulmamış...
Allah'ın gönderdiği şekliyle kitap haline gelmiş ve el işlemeli çantanın içine özene bezene konulmuş, herkesin evinin başköşesinde duvara asılmış duruyor. Ona Kur'an diyoruz.
İkincisi, Müslümanların içinde doğup büyüyüp yaşadıkları kültür ve geleneksel inançlarıyla içini doldurduğu, hoca efendi ve şeyh efendilerin yorumlarından doğan ve orijinalden farklılaşan, önemli ölçüde kültürleşen İslam...
Birincisi, saf ve temiz. Arı duru.
İkincisi, birincisinden hareketle üretilmiş, geleneğin dini.
Biri, gelenekten beslendikten sonra zaman içinde ideolojisini yaratmış durumda. Buna İslamcılık diyorlar. Kültürel genlerin baskın olduğu din anlayışı olması dolayısı ile çabuk yayılıyor. Kabullenmesi de anlaşılması da daha kolay... Beslendiği kültürün şiddet kodlarını içeriyor. Masum ya da suçlu yargılamasız her infazın sonunda "Allahu ekber!" çığlığı bunun göstergesi..
İkincisi, mekteplilerin dini. İlahiyat ve teolojiden hareketle felsefe ve bilimle ilişkilendirilerek ortaya çıkmış. Onu, sempozyumlarda, bilimsel toplantılarda veya nitelikli ilahiyat programlarında görebiliyoruz..
Bu şehirli din.
Okumuş-yazmış kitleye hitap ediyor. Kırsalın ve köyün kolay anlayamadığı bir anlatım dili kullanıyor.
Hâlbuki geleneksel din köylü... Kırsalın dilini, gecekondunun ruhunu yansıtıyor. Tarikatları, cemaatleri var. Şeyhlerin ve müritlerin elinde şekilleniyor.
Üniversal teoloji yayılamıyor. Kitlelere nüfuz edemiyor. Çünkü kurumsallaşma sıkıntısı var. Çoğu kere resmi bürolardan yönetiliyor. Ne şeyhleri, ne tarikatları ve ne de müritleri var. Okullu bir dini anlayışı temsil ediyor. Bunun için de ideolojisi öldürmüyor, kırıp dökmüyor ve şiddet sarmalı yaratmıyor.
Bütün tabana yayılmadığı için bedevi din, kültür sarmalında şehirli olandan daha hızlı ve daha kolay yol alıyor.
Niye?
Türkiye'de dinin yozlaşmanın önündeki tek engel işte bu ikilemdir. Okullu, teolojiden beslenen İslam, sorgulayıcı, eleştirel düşünmeye açık.
Asabiyeci din, kırsalın ve kültürün yarattığı Müslümanlık ise, doğup geliştiği modern çağların öncesine ait skolastiğe saplanmış durumda. İstese de, kendisi ile çelişse de oradan çıkamıyor. Skolastik sarmal, bütün kıpırdanışlarını boğuyor. Bu sebeple ne modernleşme ile barışabiliyor, ne bilimle ve ne de okullu teoloji ile...
Geleneksel skolastik, Türkiye'nin paralel, aynı zamanda alternatif din algısını yayıyor. Tarım toplumsal yapısının siyasal örgütlenmesine heves ediyor... Yine o dönemlerin devlet ve yönetim biçimini savunuyor. Orayı yüceltip kutsallaştırıyor. Modern toplumsal yapı ile kendisi arasında ilişki kuramadığı için, geride hangi noktada kaldı ise orayı bugüne taşımaya çabalıyor. Dolayısı ile kendince büyük bir cihat verdiğine inanıyor. Öldürmeyi hak sayıyor. Çünkü kutsala giden yolda yürüdüğüne inanıyor.
Türkiye'yi yönetenler, İslamcılık geçmişleriyle isteseler de istemeseler de ideolojik dogmatizmin etkisi ile paralel İslam anlayışına destek veriyorlar. Devlet kurumlarını modern öncesi İslam skolastiğine teslim ediyorlar. Böylece, devlet içinde devlet oluşuyor. Ve elbette yaşanan dönemle uyuşmazlıklar görülüyor. Hâlbuki başta Diyanet İşleri olmak üzere İlahiyatın teolojisinden çıkan kentli İslam anlayışı yaşam pratiğinin içine çekilmeli değil midir? Batı, bunu başardığı için din-devlet kavgası olmadığı gibi, kimse Orta Çağ kilise-devlet düzenine geçmek istemiyor. Çünkü din, kendi fonksiyonunu günümüz dünyasında, yine günümüz şartlarıyla uyumlu olarak görebiliyor.