İktidarın imamları...

Asıl amaç, referandum yoluyla halkın görüşünü sormak değil. Ne yapıp edip halkın oyunu alarak, kendi rızası varmış dedirterek yeni bir rejim kurmak. Hâl böyle olunca da bütün devrimlerde olduğu gibi "her yol mübah."

İşte bu sebepledir ki, en kutsal olandan, en mahrem olana kadar bütün değerleri; yerli yersiz, gerekli gereksiz kullanmaktan çekinmiyorlar.

Atatürkçü bile oldular...

Alparslan Türkeş'in mezarına bırakın uğramayı, teğet bile geçemeyecekken, dua okumaya kadar vardırdılar...

İmamlar, müftüler "ahireti sağlama almanın yolunun" referandumla ilişkisini çoktan kurdu. 'Evet' denildiğinde nasıl cennete gidileceğini anlatan sözde hoca taifesi bile var...

Çıkarlarına alet etmedikleri değer ve kutsal yok.. Tarihin hiçbir döneminde dinin ayetleri ve hadisleri bu kadar politikaya alet edilmemişti. Din adamları bir zümrenin çıkarına hiç bu kadar mevkiini, makamını yerlere kadar eğmemişti. Ulema, hiçbir dönemde bu kadar, kendi kurumsal kimliğini eğip bükmemişti.

Din adamı, kendi kurumsal kişiliğini ve onurunu bu kadar bir politik zümrenin aracı durumuna düşürmemişti.

Tarihin her döneminde din adamlarından da yalakalar çıkmıştı.

Tamam.

Ancak, genel bir eğilim olarak din adamları her zaman saygın bir çizgide durmayı başarmıştı. Şimdi politik bir zümrenin, bir parti ve grubun siyasi çıkarı için, dini kurumları örselemenin, alaşağı etmenin ne mantığı var?

Bakın dünkü Yeniçağ'da Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ne güzel söylüyor: "Evet/hayır inanç meselesi değildir."

Doğru değil mi?

Hem de çok doğru..

Evet/Hayır önce bir yönetim şeklinin tespiti, sonra da içerik olarak siyasi bir meseledir.

İslam bir yönetim biçimi vaz etmemiştir. Öyle ise iktidar imamlarına ve müftülerine ne oluyor? Neden herkesin imamı ve müftüsü olarak saygın bir konumda kalmayı değil de iktidarın amelesi olmayı tercih ediyorlar?

İslam'ın talihsizliğine bakın..

Böyle kendini siyasete köle zanneden din adamları sebebiyle, Müslümanlar arasına birlik yerine nifak, bütünleşmek yerine ayrışma sokuluyor. Ve bu tutumdakiler yüzünden İslam zarar görüyor.

Dini yetkileri böylelerinin elinden almayan Diyanet de bunu görmezden geliyor.

Dini kurum ve kimliklerin görevi, halkı, yine halkın oyları ile esir alsınlar diye çalışmak değil.. Tam tersine aydınlatmak ve siyasete eğer bir şey söyleyecekse mümin dilini kullanmayı tavsiye etmektir. Mümin dili, Tayyip Erdoğan'ın meydanlarda haykırdığı dil değildir. Mümin dili, yumuşak, şefkatli, birleştirici -tabir yerinde ise- beyefendi dilidir. Bunu şu anda Kılıçdaroğlu kullanıyor.

Ne Bahçeli'nin, ne Erdoğan'ın üslubu toplumsal uyum üzerine değildir.

Din adamı, bölen değil, bütünleyen, ayıran değil, birleştiren olmalıdır.

Yoksa din adamlarının görevi Erdoğan'ın başdanışmanı Mehmet Uçum'un, Twitter'da söylediği devrimi yapmak değildir.. Ne diyor Uçum: "Sessiz değil. Halkımız gümbür gümbür bir devrim yapıyor farkında mısınız? Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor, 16 Nisan kutlu olsun."

İslam'ın devrimi bu değildir. İslam'ın devrimi, bütün Müslümanları tek kişinin marabası haline getirmek değildir. Tam tersine; İslam, Ebucehil gibi tek adam otoritelerini, aristokrat hükümranları ve Kâbe'nin etrafını saran seçkinleri engelleyerek, mazlumların söz sahibi olduğu, eşit sayıldığı bir toplumsal düzen kurmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları