İktidarın asıl savaşı muhalefetle
Arada bir yazılarımda popülizmle alakalı bir doktora tezi hazırladığımdan bahsediyorum. Sağ olsun bu iktidar, tezimde karşılaştırmalı ülkelerden biri olarak yer verdiğim Türkiye''den örnekleri her geçen gün çoğaltacak, savıma destek olacak kanıtlar oluşturan hamleler yapıyor. Dünya literatüründe "popülizm" denilince parmakla gösterilen ülke olduk sayelerinde. Popülizmin en basit tanımıyla da en geniş tanımıyla da bir bir örtüşen uygulamaları var AKP iktidarının. Bunların başında da dış güçleri "düşman" ilan etmesi geliyor. Böylelikle de olası bir başarı (varsa) hep kendisininken; hatalar, yanlışlıklar, kötüye gidiş hep bu düşmanlaştırılan dış güçlerin.
"Düşmanlaştıra düşmanlaştıra yabancı ülkelerle doğru ilişkiler kuramamamıza neden olan dış politikamız, ekonomideki hatalı hamlelerimiz, yanlış belirlenmiş önceliklerimiz, israflarımız, öngörüsüzlüğümüz, istişareye kapalı karar alan yapımız, tek kişiden oluşan yönetim sistemimiz bizi bu hale getirdi" demek yerine; "Düşman dış güçlerle ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz" diyerek halkı konsolide etmeyi tercih etti, iktidar.
Ancak burada da popülizmini sürdürdü ve arkasına aldığı "millî irade" olarak tanımladığı "halk"tan kendisini eleştiren gazetecileri, ekonomistleri, hukukçuları, siyasetçileri ve halkı "dış güçler için çalışmakla" itham ederek dışladı. Oysa…
Ortada bir savaş varsa…
Ortada bir kurtuluş savaşı varsa, birlik, beraberlik, bunun için de pek tabii birlikte hareket etmeyi sağlayacak, kararların birlikte alınacağı bir istişare ortamı gerekir.
Daha başlangıçta iktidara "yanlış yapıyorsunuz" diyenler "mandacılıkla" suçlanacaksa, bu savaş gerçekte dış güçlerle değil, "muhalefetle" demektir.
Nitekim, 2023 seçimleri için farklı oy oranları tahminleri yapılabilir, ancak kesin olan bir şey varsa o da muhalif siyasi partilerin ve iktidarın politikalarını eleştirerek muhalefet eden kimselerin elinin güçlendiğidir. Zira, bu defa, iktidarın başarısızlığını kanıtlamak için dil dökmeye gerek olmaksızın, en apolitik kimsenin dahi farkında olduğu, açık ve seçik bir başarısızlık var. O da ekonomideki başarısızlık.
Üstelik bu başarısızlık, bugüne kadar muhalefet ettiğimiz ve eleştirdiğimiz tüm yanlış politikaların ortak sonucu olarak doğmuş ve -üzülerek söylüyorum ki- bizleri haklı çıkarmış bir başarısızlık.
Ee, ortada bu kadar bariz bir başarısızlık olunca da bu başarısızlığın yükleneceği suçluyu göstermek gerekir.
Tek kişilik yönetim
Sistem demokratik unsurlar barındırsa, birden çok kişinin ortak kararı ile hamleler yapılır, olumsuz sonuçlar da kararı alanların sorumluluğunda olur. Kuvvetler ayrılığı olsa, her organ kendi sınırları dahilinde kararlar alsa, kararın çıktığı organ mesuliyet sahibi olur mesela. Bakanlar, devlet kurumlarının yöneticileri karar almaya ehil olsalar, kendi yetkileri altındaki kararlardan onlar sorumlu tutulur.
Ancak yönetim tek kişilik olursa, bakanların, yöneticilerin istifa etmek için dahi inisiyatifleri yoksa, tüm kararlar bir kişinin iki dudağı arasından çıkarsa, o kişiyi dengeleyecek ve frenleyecek sistemler lağvedilirse; sorumluluk da o tek kişinin omuzlarına kalır ve halkın bu başarısızlık karşısındaki öfkesi de o tek kişiye yönelir.
Ee, önümüzde çetin bir seçim dönemi var ve bu zamana kadar alınan kararları, uygulanan politikaları eleştiren muhalefet haklı çıktı; yönetimde hatalar için suçlanacak başka insan da yok. Bu muhalefeti nasıl yenecek iktidar? Dış güçleri düşman ilan edip, sorumluluktan kaçarak.
Ancak, şu çok basit ve net bir kuraldır: Nerede yetki varsa sorumluluk da sorumlu da oradadır.