İflas mı ediyoruz?!
Devasa meselelerle karşı karşıyayız. Didişmemeliyiz, dayanışmalıyız ve dayanışarak "yedi düvel"e dayanmalıyız. Birbirimizle köprüleri atar, yüz yüze bakamayacak hâle gelirsek, "akbabalar"ın işini kolaylaştırırız.
Artık iflasımızdan bahsediliyor. Osmanlı'nın çöküşünün bir başlangıcı "Düyunu Umumiye", bir başlangıcı da azınlıkların kışkırtılmasıdır.
Biz "Kudüs" derken, bir dönüp bakmışız, iflasımız bile ilân edilmiş. Bir şey dillendirilmeye başlanmışsa, mutlaka bir sebebi vardır.
Makro ekonomist ve finans tarihçisi Russell Napier, İsviçre gazetelerinden Neue Zürcher Zeitung'ta çıkan mülakatında, Türkiye'yle ilgili "felâket senaryosu" yazıyor.
Russell Napier yabancı, mülâkat verdiği gazete de yabancı. Türkiye için saptırıcı konuşabilir mi? Mülâkatın çevirisini baştan sona okudum. Mantıkî sözler ediyor. Ekonomistlerin bu mülâkatı analiz etmeleri lâzım. Adam; hükûmet edenler, acaba üzerime gelirler mi, mülâkat verdiğim gazeteyi kapattırırlar veya "yandaş"a satın aldırabilirler mi, beni işsiz bıraktırırlar mı, endişesi taşımadan açık açık görüntümüzü söylüyor.
Bütün yatırımcılar, Türkiye ile bağlantılı çevreler bu mülâkatı okuyor. Onlar için bir hazır rapor sunmuş oluyor Russell Napier.
Seçime şurada ne kaldı... Rejimi değiştirince sıkıntılardan kurtulacak mıyız?!
Osmanlı nasıl çökmüş/çökertilmişti? Tespitler şöyle:
"Emperyalist düşünceye sahip Avrupa ülkeleri, kapitüler rejim sayesinde Osmanlı'ya kendi ekonomik ve mali yapılarını kolaylıkla nüfuz ettirerek, hem artan üretimlerini hem de nakdi sermayelerini Osmanlı İmparatorluğu'nda değerlendirme fırsatı bulmuşlardır. Nakite ihtiyacı olan Osmanlı ile Avrupa'da birbirlerini tamamlamışlar, aralarında bir borç alışverişi dönemi başlamıştır (...) İngiltere ve Fransa başta olmak üzere batılı ülkeler, Osmanlı'nın yıkılması için özellikle ekonomik özgürlüğünün yok edilmesi, dışarıya bağımlı, borçla varlığını sürdüren zayıf ve güçsüz bir devlet olmasını arzu ediyordu. Bu gaye ile yüzyıllarca fırsat kollamışlardır. Ortaya çıkan çok küçük fırsatlar bile değerlendirilerek devletin mali bakımdan denetim altına alınması için girişimler yapmışlardır. Mali kontrolün ele geçirilerek ekonomik bağımsızlığın kaldırılması batılı ülkeler için çok önemliydi. 1838'de İngiltere ile yapılan ticaret antlaşması ile tanınan ayrıcalıklar, Avrupa'nın diğer sanayileşmiş ülkelerine de verildikten sonra, 1845 yılına kadar geçen yedi yıl zarfında Osmanlı ithalatı beş kat artmış, buna karşılık ihracatta iki misli artış olmasına rağmen büyük bir dış ticaret bilançosu açığı ortaya çıkmıştır." (Nedim Dikmen, "Osmanlı Dış Borçlarının Ekonomik ve Siyasi Sonuçları", A.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C. 19, S. 2, 2005).
1881'de, Abdülhamit döneminde Osmanlı'nın dış borcu 252 milyon 801 bin 885 altın Osmanlı lirası idi. 20 Aralık 1881 günü "Muharrem Kararnamesi" ilân edildi. Yabancıların borçlarını tahsili için "Düyunu Umumiye" kuruldu. Bu kuruluş ikinci bir Maliye Nezareti gibi çalıştı; borca karşılık vergiler tahsil etti. Ve Osmanlı böyle çöktü.
Şimdi dış borcumuz 400 milyar doları aşkın. Bu miktarı Türk parasına çevirip rakamla yazmaya kalksak inanın kaç sıfır ekleyeceğimizi bilmiyorum!
Tarihten ders çıkaralım!