İdeolojik saplantının köreltmeleri
Sağ solu görür, sol sağı görmez. Söz ve yazı hâkimi kabul edelim ki, sol/sosyalist/komünist kesimdir. Her yerde yer tutarlar. "Milliyetçi" sıfatın varsa görünmezsin, bilinmezsin. Aynı ülkenin insanları, ideolojik saplantıda kaybolurlar.
Muhsin Kızılkaya Habertürk'te çıkan "Genelev yolunda şairler korosu!" başlıklı upuzun yazısında Peyami Safa'ya ayrı bir bölüm ayırır. Yazıda bir gerçeği vurgular: Solun Peyami Safa gibi güçlü bir yazarı görmemesini. Muhsin Kızılkaya'nın upuzun yazısından Peyami Safa'ya dair uzun bölümü, ben de köşemde tarihe not düşürmek için alacağım. Sonra söyleyeceklerim olacak.
*
Bir hikayeyi Melih Cevdet anlatır. Bir akşam iki arkadaş meyhanedeler, söz döner dolaşır Peyami Safa'ya gelir. Melih Cevdet başlar Peyami Safa'yı yerden yere vurmaya.
Sol cenahta Peyami Safa iyidir diyen çok az insana rastlanır. Solcular kitaplarını da fazla okumamışlar, Selim İleri gibi yazdıklarına müptela aklı başında birkaç kişi hariç… Solda herkes onu Nazım Hikmet'le ve diğer şair yazarlarla girdiği kalem kavgalarından bilir. Tıpkı Hegel'i bildikleri gibi bilirler onu da… Hegel doğru düzgün Türkçeye çevrilmemiştir ama hemen herkes Hegel'e dair bir araba dolusu laf edebilir, çünkü onu Marx'tan biliyorlar (o bildikleri de Marx'ın bilmem ne kitabının önsözünden!), efendim Marx demiş ki "Hegel'de diyalektik baş aşağı duruyordu, ben onu ayakları üzerine oturttum" falan gibi lakırdılar gırla, hepsi bu kadar. Peyami Safa da öyle… Oysa muhteşem romanların yazarıdır, hatta "Türk İnkılâbına Bakışlar" eseriyle Kemalist inkılabın felsefi teorisinin temellerini o atmış derler.
Hayatı ıstırapla başladı. Babası İsmail Safa şairdi, Tevfik Fikret'le arkadaştı, doğan oğluna Peyami adını Tevfik Fikret verdi. Kendi deyimiyle "şuuru bir facia atmosferi içinde" doğdu. İki yaşındayken babası ve askerde olan ağabeyi aynı anda öldü. Hem kocasını hem de oğlunu kaybeden bir kadının "hıçkırıkları arasında" kendini buldu, öyle büyüdü. Bu durum sanatına öyle bir tesir yaptı ki, bütün kitaplarına "bir facia bekleme vehmi" ve "yaklaşan her ayak sesinde bir tehlike sezme korkusu" yerleşti. Dokuz yaşında feci bir hastalığa yakalandı, on bir yaşında hayatını kazanmak zorunda kaldı. Yetimliği meşhurdur. Nazım Hikmet'le daha sonra girdikleri polemikte Nazım ona "Bir düşün oğlum/bir düşün ey yetimi Safa" diye seslendi.
Cahit Sıtkı, Galatasaray'da lise talebesiyken yazdığı şiirleri Peyami Safa ile Nurullah Ataç'a gönderir. Ataç, yazdıklarını beğenmez, Peyami Safa ise çok beğenir ve Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde bu genç şaire dair arka arkaya üç yazı yazar. Böylece Cahit Sıtkı Tarancı diye bir şair doğar; bu doğumu Cahit Sıtkı çokça Peyami Safa'nın desteğine borçludur. O günden itibaren, 1940'ların ikinci yarısında, Nihal Atsız'ın Ankara'ya gitmesiyle birlikte ilk defa sokağa taşan sağ-sol çatışmasına kadar bu dostluğa halel gelmez. Ancak bir mülkiye öğrencisi olan Cahit Sıtkı sol cenahın içinde yer almış, Nazım Hikmet'i baş tacı etmiş, solcu şair ve yazarlarla dostluk kurmuş, Peyami Safa ise, Cahit Sıtkı'nın deyimiyle "faşistlerin" yol göstericisi olmuştur artık.
Yolları ayrıldığı halde Cahit Sıtkı'nın o yumuşacık yüreği Peyami Safa'yı hepten yok saymaya bir türlü el vermez.
Melih Cevdet'le bir meyhane gecesinden bahsediyordum. Evet, Melih Cevdet Peyami Safa'nın saplantılarından, keskin dilinden, sola saldırmasından dem vurur, kötüledikçe kötüler. Üstelik soldan sağa geçmişti Peyami Bey. O bir dönekti falan derken, Melih Cevdet'in onu alabildiğine yermesi üzerine Cahit Sıtkı hüngür hüngür ağlamaya başlar.
"Konuşma böyle, adamcağız yetim," der Cahit Sıtkı gözyaşları içinde.
Onun ideolojisini, saldırganlığını savunamayacağı için "yetimliğiyle" savunmak gelmişti demek şairin aklına. (Muhsin Kızılkaya "Genelev yolunda şairler korosu!", Habertürk, 05.04.2023)
*
Alper Görmüş diye biri, beni okumadan, tanımadan ahkâm kesmişti. 2014'te, "İslâmcı beslemesi ateist!" başlığıyla bir yazı yazdım. Bir bölüm alacağım.
*
Biri: "Bu arada sol, demokrat ve liberal çevrelerin hiç izlemediği, fakat Dink'in katlinde kullanılan lümpen-milliyetçi gençlik çevrelerinin ideolojisinin oluşmasında belirleyici bir rol oynayan milliyetçi gazeteler iyice zıvanadan çıkmıştı. Birkaç örnekle oralarda neler olup bittiğini anlamaya çalışalım." diyor ve birinci sıraya beni koyuyor:
"Arslan Tekin (Yeniçağ, 25 Şubat): "Hrant Dink bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Lozan Antlaşması'nın azınlıklara tanınan haklarından istifade etmektedir. Onun Türkleri sevmesini, hele Türk milliyetçiliği ile dost olmasını beklemiyorum. Ama bu kadar aleni bir düşmanlığa meyil etmesi düşündürücüdür." (Alper Görmüş, "Medya cinayeti nasıl örgütledi?", www.serbestiyet.com, 19 Ocak 2014).
Hey Alper! Beni tanıyor musun? Yazdıklarımı, kitaplarımı okudun mu?
Hiçbir şey bilmiyorsun. Şimdi beslendiğin gazetede ben 6,5 yıl yazdım. Senin putlaştırdığın isimle, orada röportaj yaptım. Beraber çekindiğimiz fotoğrafı internette ararsan bulursun. Bulamazsan içinde yer aldığın "Hepimiz Ermeni'yiz" grubundan iste... Onlar beni önce savcılığa şikâyet ettiler, savcılık takipsizlik verince, mahkemeye koştular. Bana suç isnat edenlerin isimlerini versem şaşar kalırsınız. Alper Efendi, senin dediğin gibi, hiçbiri beni/bizi okumuş değil ama birileri "Bu kişi putumuza lâf etti, şikâyet edeceğiz, imza ver." diyor, onlar da veriyorlar. Bu kadar düşük insanlar... "Alçak"la "düşük" arasında irtifa farkı var ama "alçak"ta anlam genişliği onları yine hop oturtup hop kaldırtır; o kelimeyi kullanmayacağım!
Alper efendi, putlaştırdığın müteveffanın görüşlerine karşı yazarken, kendisine özellikle sormuşumdur: "Bu sözleri sen mi söyledin?" (24 Şubat 2004 tarihli yazımı oku... Ona e-postamı ve onun bana cevabını verdim.)
Benim yorumlama hakkım yok mu? Tenkit etme hakkım yok mu? 29 Şubat 2012'de şunları yazmışım:
"Yıllardır 'Hrant'ın parazitleri' (Söz Etyen Mahcupyan'dan ödünçtür!), 'Hepimiz Ermeni'yiz!' diye yırtındılar, ortalığı birbirine kattılar, 'Hrant Dink'e kurşun sıkan Türk'tür, öyleyse bütün Türkler katildir!' demeye getirdiler. Bir-iki kişinin cehaletini herkese mal ettiler; insanımızı boğdular ve boğmaya devam ediyorlar.
Alper ve gibileri bunu yapıyor. Hrant'ın "âkil"i Etyen bile dayanamadı, onlara "parazit" dedi. Daha başka ağır sözleri de var.
Tevfik Fikret'in şu beyti bugünü anlatıyor: "Beşerin böyle dalâletleri var: / Putunu kendi yapar, kendi tapar."
Yazdıklarımı tek tek okusunlar, bir tane "Vurun lan şu adamı!" anlamına gelecek bir kelime bulabilecekler mi!
Müslüman parasıyla ateist (Allah'sız olduğunu kendisi Taraf'ta yazmıştı.) besleyen, gazetenin yöneticilerine bir çift lâfım var ama, maalesef o eski arkadaşlar kendilerine buyrulanı yapmak zorundalar. Kınamıyorum. Taraf gazetesinden, "AKP yandaşı", kendilerine "liberal", demokrat gibi "sıfatlar" takan, bir kısmı eski Marxist bir grup ayrılmıştı. Onları bu gazeteye pazarlayan kim? AKP'nin buyruğu olmadan almaları mümkün değildir.
İnsanlar "gazetemiz" yaşasın diye belki çocuklarının rızkından kestiği üç kuruşunu veriyorlardır. Ama asla "ateistler" beslensin diye vermiyorlardır.
Putçuların ekmeği Müslümandan!"
*
İki ayrı yazı sanırım birbirini tamamlıyor.
Bir de şu var. Milliyetçi kesim, sol/sosyalist/komünist kesim gibi birbirine sahip çıkmaz. Üstelik tökezletir.
Bütün bunları bildiğim için, gerçek kalemlere sahip çıktım. Önce Edebiyatımızda İsimler ve Terimler'i yayınladım. Sonra Edebiyatımızda İsimler, Edebiyatımızda Terimler olarak iki ayrı kitap olarak çıkardım. Birçok baskı yaptı.
Hemen bütün biyografi kitaplarına baktım, "milliyetçi/memleketçi" isimler ya verilmemiş ya geçiştirilmiş. Samimî olanlar bile "sol"a bakarak yazmışlar.
Taşlar yerine otursun istedim. Sol-sağ ayırmadan bilinen hemen bütün yazar ve şairleri aldım, değerlendirmelerimde haklarını teslim ettim. Her yeni baskıda tekrar çalıştım, yenileri ekledim, eksiklikleri tamamladım.
Muhsin Kızılkaya, bir yarayı deşti, bana bunları yazdırdı. Sağol Muhsin Kızılkaya!