'Hilâfet' için toplanın arkadaşlar!
Şuuraltında yatanlar bir bir şuur üstüne çıkıyor. "Hilâfet" için zemin yokluyorlar. İslâmda halifelik yok! Hilâfet bir siyasî manevradır. Böyle biline!
O derginin üzerinde iri harflerle ne yazıyor? ""Hilafet için toplanın" / Üstünde küçük harflerle yazan ne? "Şimdi değilse ne zaman sen değilsen kim?" / Daha üstte derginin adının karşısında sözü okuyalım: "Artık Ayasofya ve Türkiye hür." / Kapağını kaplayan Arapça yazı ne? "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resulullah".
"Sen değilsen kim?" derken kastedilen isim herhâlde Recep Tayyip Erdoğan!
Halifeliğin bir şartı Sünnî İslâm ülkelerinin biyat (bey'at) etmesidir. Kaçı yanımızda? Hemen hepsi izimize kurşun atıyor.
Ayasofya açılırken sanıyor musunuz ki, R. T. Erdoğan istedi ve oldu... Bu zamana kadar niye bekledi? Sümela Manastırı'nın tadilatı bitmemişti. Bir denge kuracaktı. Ortodoksların ve mesele Türkler olunca hemen yan yana gelen Katoliklerin hışımlarını hafifletmek için bir yol bulunması gerekiyordu. Sümela Manastırı, Hristiyan dünyasının neredeyse Ayasofya kadar önemsediği bir mabettir. Tadilatı hemen bitirildi veya bitirildi gösterildi. R. T. Erdoğan'ın bizzat katıldığı törenle açıldı. Rum Patriği Bartholomeos Saray'ı arayarak teşekkürlerini bildirdi. Belki de teşekkür etmesi ihsas edildi. Bartholomeos'un teşekkürü, manastırın açıldığının duyurulmasından daha önemli.
Halifelik, Allah'ın emri değil. Kur'ân-ı Kerîm'de bütün insanlar yeryüzünün halifesidir.
Müslümanların devlet başkanlarına "halef olan" anlamında "halife" denmiştir.
Emevîler de Abbasîler de "halifeliği" siyasî güç olarak kullanmışlardır.
Bizde "halifelik" talebi, "Yeni Türkiye"ye karşı tavırdır. (M. Kemal, Osmanlı'dan sonrası için "Yeni Türkiye" der.)
O dergi kapağında "Hilafet için toplanın" demenin bir manası "kıyam"dır!
Kelime-i tevhîd'in Arapça yazılmasının manası "Eski yazımıza dönelim." demektir. Nitekim Reis'le kan bağı olan genç bunu dile getirmiştir.
"Şimdi değilse ne zaman?" diyor. Öyle ya... Ayasofya'yı açtın, gücünü gösterdin. Sıra halifeliğini ilân etmekte!...
Bugün yazımı bir anekdotla bitireyim:
Türk Yurdu dergisi 1911'de çıkmaya başladı. Dergisinin yazı işleri müdürü Yusuf Akçura ve arkadaşları Saray'a giderler, ilk altı aylık nüshasını "huzur-ı hilâfet-penâhî"ye takdim ederler. "Halife" Mehmed Reşad'dır. Okuyalım:
"Kıymetli ve sevgili padişahımız cildin sarılı olduğu kurdelenin üstündeki 'Türklerin sevgili, büyük hakanına Türk Yurdu'nun pek küçük bir armağanı.' takdime-i ta'zimkârîsini tenezzülen kıraat ve cevaben:
'Müessis ve muharrirlerinin Türklüğe vuku bulan hizmetleri şayan-ı takdirdir. Kendilerini bilhassa tebrik ve mecmuayı da memnunen kabul ederim. Bu eser pek küçük değil, bilâkis Türk Yurdu'nun büyük bir armağanıdır.' kelimât-ı hümayunlarıyla heyet-i tahririye kullarını ihya buyurmuşlardır.
Bu sözler, Türklük tarihinde parlak bir sahife teşkil edecektir. Bugün Türk Milliyeti için tarihî bir gündür. (…) Bugün Türklük, hakanıyla ruhen, manen, fıtraten birleşmiş bir millet olduğunu gösterdi."
Bizimkilerde halifelik demek, ınkıtaya uğrayan padişahlığı devam ettirmek demektir. Sevgili padişahları "Türklüğe hizmet"ten bahsediyor. Bu hatırlatma yüreklerine inecek ama hakikat. Abdülhamit'in ilk Meclis-i Mebusan için hangi etnisiteden olursa olsun Melis'te Türkçe konuşulması şartını getirmesini yazsam düşüp kalırlar şimdi! (Bitmedi. Devam edeceğiz.)