Hayat fark edilsin istiyorum!..
Farkında mıyız, içinde yaşadığımız bu hayat, sanki bizimle uğraşıyormuş gibi ne de çok onu suçluyor ve onunla ilgili ileri geri konuşuyoruz.
Buna ben de dâhilim.
*
Biz insanoğlu, tek taraflı olarak her yaşadığımız olumsuzlukta, hayata sitem ederken, olumlularında ise hayatı hiç aklımıza getirmiyormuş gibiyiz!..
Sanki hayatı ve hayatımızı kendi ellerimizle mahvetmiyormuşuz gibi ha bire yükleniveriyoruz aydınlık ve karanlığını bize yaşatmaktan başka…
Toprağıyla gıdamızı…
Giyim kuşamımızı…
Havasıyla nefes almamızı
Suyuyla, can suyumuzu sağlamaktan başka bize hiçbir şey yapmayan hayata yüklenip duruyoruz.
*
Sahi, biz insanoğlu, merhametli olduğumuz kadar da insafsızsak eğer -ki öyleyiz- buna hayat ne yapsın?
Bizimle aynı dili konuşacak değil ya, o kendi dilini konuşacak, biz onun dilini anlayacağız.
Hayatla barışık yaşayacaksak, yaşamak istiyorsak, ben başka bir yöntem bilmiyorum.
*
Çünkü o, zaten günün her anında kendi dilince bizimle konuşuyor ve bizi her gün…
Her an…
Her saniye…
Ağaçlarıyla…
Çiçekleriyle…
Böcekleriyle…
Hayvanlarıyla…
Havasıyla…
Yağmuruyla…
Fırtınasıyla uyarıyor olduğu halde, bizim kendimizden başka hiçbir şeyi gözümüz görmüyor.
Sanki bir anlamda hayata karşı üç maymunu oynuyoruz.
Kör, sağır ve dilsiz oluyoruz.
*
Mesela gecenin ve gündüzün bize ne anlattığını, ya da anlatmak istediğini yeterince düşünemiyoruz gibi geliyor bana.
Sanırım mevsimlerin bizimle, inadına sohbet etmek istemesine rağmen, bize, bizi anlatmak için çırpınırcasına bizimle konuşmak isterken, biz onlarla baş başa kalıp da bir güzel hasbıhal olamıyoruz.
*
Hayat içinde barındırdığı mevsimleri; İlkbahar’ı… (Yaz’ı… Sonbahar ve Kış’ı) gözümüzün içine sokarcasına bize:
“Fark edin beni ve kendinizi… gücünüzü… direncinizi. Ve yarınlarınızı düşünerek, beni iyi değerlendirin.” diyor ya yine de biz onu bir türlü duyamıyor, duymak istemiyor:
“Hayat sen ne çabuk harcadın beni” deyip, hayatı suçlarken, bu sefer acı gerçekle yüzleşince:
‘Özür dilerim hayat. Ne ettimse kendime ettim.’ diyerek, kendimizi -zorunlu olarak- kışın kollarına bırakıyoruz.
*
Ya sonra?
Sonrasını biz yaşamıyoruz zaten…
Bizim geride bıraktıklarımız anlatacak…
*
Biliyorum onların da pek çoğu bizim yaşadıklarımızdan farklı yaşamayacaklar.
Yine pişmanlıklar, ya da keşkeler…
Yine güzellikler, ya da iyi kilerle, gece ve gündüzün kendilerine ne anlattıklarını…
Mevsimlerin onlara hayata dair nasıl bir mesaj verdiklerini fark edemeden geçip gidecekler.
*
Ancak hayata ve hayatın içindeki insanlığa, hatta diğer canlı mahlûkat için güzel şeyler bırakanlar, sonsuza değin güzelliklerle anılacaklar, bunu tahmin edebiliyorum.
Hayatı; kendilerine ve hayatın içindekilere zehir edenler ise kötülükleriyle ve lanetlenerek anılacağından hiç şüphem yok!..
*
Eylül’ün 27’sinden, Ekim sonuna kadar Almanya’dayım.
Belki de o nedenle İstanbul ve Avcılar özlemiyle bugün biraz duygusallaştım mı ne!..
*
Her neyse!.. Ben içinde yaşanılan hayat fark edilsin istedim.
Hem kendimizi hem hayatı fark edelim istedim daha doğrusu.
Sağlıklı pazarlarınız olsun.