Harf inkılâbı gereği
1928'de harfler birdenbire değişince, sarsıntısı da büyük oldu. Bu "sarsıntı" bir kesim tarafından hâlâ sürdürülüyor.
Harfle İslâmı özdeşleştiren bu kesim, Harf İnkılâbı'nın "İslâm"a tavır olduğunda ısrarcı.
İdeolojik tartışmalara girmenin bir faydası yok. Bizim de orta mektep yıllarından beri "keşke"lerimiz, "acaba"larımız olmuştur. Değişme zamana yayılsaydı ne olurdu? Bilemiyorum. Birdenbire değişiklik, bazı bağnazları keskin tavırlar almaya sevk etmiştir. Birçok eserin gömüldüğü, yakıldığı söylene/yazılagelmiştir.
Burada harf inkılâbının tartışmalarının evveliyatı olduğunu, birden akla gelmediğini bilmeliyiz. Elbette harf ve İslâm arasında bağ kurmanın, insanları yanlış anlayışa ve daha ötesi yanlış inanışa götürdüğünü, yine "İslâm" adına kayıt düşme ihtiyacı duydum. Dün okudunuz.
Doktora tezim, 15. yüzyıla ait bir metindir. Epey de hacimli. Transkripsiyonu, grameri, sözlüğü... Teferruat fazla... O yüzyıl, biraz sade Türkçeden, Arapça-Farsçanın birden boca edildiği döneme geçiş evresidir. Sonraki çalışmalarımız 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki süreli yayınlar. Binlerce sayfa metin elimizden geçti/geçiyor. Burada çalışmalarımızı sıralamayacağım. Yeri geldikçe bahsediyorum. Arapça ve Farsça bilgisi olmayanlar bu metinleri çözmekte çok ama çok zorlanırlar. Bizim de şakır şakır çözdüğümüzü sanmayın. Bir "bilen"le istişare etme ihtiyacı duyduğumuz çok yerler olmuştur.
Pek ifade edilmeyen bir husus: Arap harfleriyle devam etmek, Arapça, Farsça kolaylığına kaçmak anlamına da gelir. Arapça ve Farsça kelimelerin nasıl yazıldığı bilinir ama Türkçe kelimelerde zorlanırsınız. İster istemez Türkçe kullanmak ihtiyacı duyduğunuz kelimelerde zorlanırsınız. Bir Arapça veya Farsça kelime, terkip bulur, konduruverirsiniz.
Zamanında "Türk" kelimesinin yazılışı bile problem olmuştur. Te-ra-kef'le yazdığımız zaman, hareke koymazsanız, çok farklı okuyabilirsiniz: Türük, terk, tirk, tirik... Bir kolaylık, te ile ra arasına vav almaktır. Böyle ilk yazan Necip Âsım (Yazıksız) (1861-1935) olmuştur.
Ne yazık ki, bazı şairlerimizin 16. yüzyıldan beri kullanageldikleri "Etrak-i bî-idrâk" (İdraksiz Türkler) sözündeki "Etrâk" Arapça "Türk"ün çokluğudur. "Türk" yazarken araya vav koyduğunuzda çokluğu kullanamazsınız.
Osmanlı'da harflerin ıslahı meselesinin 19. yüzyılda tartışıldığını yazmıştık. Daha öncesinde Kâtib Çelebi (1609-1657), Arap harfleriyle yazmanın güçlüğünden bahsetmiştir. Namık Kemal de, Ebüzziya Tevfik de tartışmaların içindedir.
1911'de Islah-ı Hurûf (Harflerin Islahı) Cemiyeti bile kurulmuştu. Enver Paşa, orduda, hususiyetle telgrafçıların kullanması için Arap yazısındaki değişiklikleri hayata bile geçirmişti.
Tartışma böyle sürüp giderken, Latin harflerine geçişi savunan bir kesim de ortaya çıkmıştır. Bunlar içinde Celal Nuri (İleri), 1915'te yayınladığı Tarih-i Tedenniyât-ı Osmaniye Mukadderât-ı Tarihiye başlıklı kitabında: "Hurûfâtımız berbattır. Bu harflerle biz işimizi göremeyiz. Bunlar nâkâfidir. Harflerimizin noksanından işe yaramadığından, gayr-i ilmî bulunduğundan burada bahsetmeyeceğiz. Yalnız şurasını söyleyeceğiz ki bu harfleri ve bunlarla yazılmış ibarâtı avâm suhûletle öğrenemiyor. Bunlar gayr-i tabiî şeylerdir. Bu hâl terakkiyâtımıza mâni oluyor. Ahalide tahsil ve tenevvür hahişini [aydınlanma isteğini] söndürüyor. Onun için ıslâh-ı hurûf gibi boş ve vâhî tedâbire müracaat edeceğimize bir saat evvel kemal-i cesaretle Latin harflerini kabul etmeliyiz..." der.
Tartışmaların kesafeti, diyebiliriz ki, harf inkılâbını zarurî kılmıştır.