Ha İslâmcılık, ha sütçülük!
Turgut Özal ile Recep T. Erdoğan dönemlerini kıyaslayan gazeteci, T. Özal dönemi için, bir sürü rakamlar vererek “Daha iyi!” diyor. O dönemi biz de biliyoruz. Gazeteci branşı itibarıyla ekonomik konulara ağırlık veriyor. R. T. Erdoğan’ın “yandaşlar”ı farklı açıdan R. T. Erdoğan’ı haklı çıkarabilirler.
Gazeteci yazısının sonunda başka bir örnek veriyor: “Özal tantanalı Cuma namazları kılmadı hiç. Cami kapısında tezahürat yaptırmadı kendisine. Ve basına haber verip cami kapısında basın toplantısı da hiç yapmadı. Cuma namazını mütevazı bir şekilde kimseye haber vermeden gittiği camilerde kıldı. Oysa şimdi Cuma namazı çıkışları adeta basına demeç verilen, siyasi gündem oluşturulan birer tantanalı siyasi faaliyete dönüştü. Çünkü Özal Müslüman’dı. Şimdiki iktidar sahipleri İslamcı. ’Ne fark var’diyerek sorarsanız, İslam ile İslamcı arasındaki ilişki süt ve sütçü arasındaki ilişkiye benzer...” (Süleyman Yaşar, “Özal ve Erdoğan Mukayesesi”, Taraf, 15 Eylül 2014).
“İslam ile İslamcı arasındaki ilişki süt ve sütçü arasındaki ilişkiye benzer.” sözünü tuttum!
Sütü sulandıran sütçüdür. Sütçü iyi niyetliyse, sütüne su karıştırmaz; hiçbir hileye başvurmaz. Kötü niyetliyse, sulandırılmış sütle sağlığınızı tehdit eder veya sütünü uzun süre koruma adına kattığı kimyevî maddeyle sizi yavaş yavaş zehirleyebilir de. Müslümanları zehirleyenler ne ateistler, ne başka dinden olanlar; bizatihi “İslâmcılar” dır. Hırsıza, nüfuz ticareti yapanlara fetva veren “meşhuuur!” fıkıh hocaları çok itibarlılar; kimi köşe yazıyor, kimi minberden vaaz ediyor. Kimi üniversitesinde kürsüden sözüm ilim öğretiyor!
İşte Diyanet İşleri Başkanı! Bakın nasıl “sütçü” oluyor: “Kuru bir güç tutkusu adına ve uluslararası siyasete müdahale adına yapılan emekleri heba ettiği zaman, bütün o insanların hukukunu da çiğnemiş olur. Elbette hırsızlık kötü bir şeydir. Ancak milletin maneviyatını çalmak çok daha kötü bir şeydir.”
Hükûmetle bir “Cemaat” karşı karşıya geliyor, hükûmetin emrindeki Diyanet İşleri Başkanı, hükûmetin yayın organı TRT’de konuşuyor. Belki bu sözleri söylemesi için programa tembihli çıkarılmıştır. Bir mescitte siyaset yapan hocayı, cemaatin karşısında ikaz ettiğimi yazmıştım. Adam, AKP Hükûmeti’ni korumak için akla ziyan komplo teorileri üretmişti. Diyanet İşleri Başkanı da tıpkı o kasıtlı hoca gibi konuşuyor. (Hâlâ beni arayıp “Hangi mescidin hocası?” diye sormadılar! Maksatları aynı olunca sormazlar tabiî.)
Başkan, “Elbette hırsızlık kötü bir şeydir.” derken emrinde olduğu yetkililerin hırsızlığını mı kastediyor? Söz konusu olan, kavganın sebebi “hırsızlık”sa, hırsızlığı kimin yaptığını biliyor demektir. Üstelik bu sözü söylediğine göre, hırsızlık yapıldığına da inanıyor. “Ancak” derken asıl niyetini ortaya koyuyor, “İslâm”ı bir tarafa çekiyor. O zaman ortada “İslâm” kalır mı? Yukarıda gazetecinin dediği gibi, sadece “İslâmcı”dan bahsedebiliriz.
Başkan’ın maksadı bir kesimi kötülemek olsa da “İslâmcılık”ı veciz tarif ediyor: “Ancak milletin maneviyatını çalmak çok daha kötü bir şeydir.”
Keşke bu sözü herkes için söyleseydi. “İslâmcı”dan korkacaksın; sizi her an ifsat edebilir!