Güvenlik soruşturmasına bir de bu açıdan bakalım...
Geçtiğimiz hafta, iktidarın Meclis iradesini hiçe sayarak ikinci defa oylamaya sunduğu, ısrarla kanunlaştırmak istediği "güvenlik soruşturması" meselesinin hukuki boyutunu değerlendirmiş, bu doğrultuda yapılacak bir yasal düzenlemede hukuken nelere dikkat edilmesi gerektiğini açıklamıştım.
Yazım üzerine Harp Tarihi ve Strateji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Şahin'den meselenin sosyal boyutuna ışık tutan bir e-posta aldım.
Tam da AKP'nin artık mağdur olamayacak kadar mağdur eden pozisyonunda olduğuna dair bir yazı kaleme alıyordum ki, onu daha sonraya bırakıp Sayın Şahin'in -kendisinin de izniyle- "Bu genci, 'Güvenlik (!) Soruşturmanız' öldürdü" başlıklı yazısını ve bu yazıda bahsettiği mağdur gencin hikayesini paylaşıyorum, yorum sizin:
Yemin törenine dahi alınmadılar
"4 Mart 2021 tarihli Kilis yerel basını şu haberle yankılandı: "Büyük Birlik Partisi (BBP) Eski Kilis İl Başkanı Seydo Yıldırım oğlu Burak Yıldırım'ı kaybetti. Edinilen bilgiye göre bugün akşam saatlerinde Şıh Mansur kavşağında geçirdiği amansız trafik kazası sonrası Seydo Yıldırım'ın Büyük oğlu Burak Yıldırım'ın hayatını kaybettiği öğrenildi."
Burak 22 yaşındaydı. Bundan üç yıl önce Deniz Harp Okulu'nu kazandı. Burak sevinçle, gururla okuluna gitti. İntibak eğitimini başarı ile bitirirse yemin ederek Bahriye'nin asıl bir ferdi olarak kabul edilecek; ülkesine "mavi vatanda" hizmet edecekti.
Anne-babası yemin törenine gittiğinde duydukları ile başlarından aşağıya kaynar sular döküldü. Burak yemin törenine dahi alınmadan derhal lumbar ağzını (denizcilerde nizamiye) terk etmeleri isteniyordu. Sebebini sorduklarında "güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığını" söylediler. "Neden olumsuz sonuçlandı?" diye sorulduğunda hiçbir ayrıntı vermediler.
Aile işin peşini bırakmadı. Ayrıcalık elbette istemiyordu ama nedendi? Kendilerini bildi-bileli Muhsin Yazıcıoğlu ekolünde Türk milliyetçisi, Türk ülkücüsü idiler. Hiçbir tarikatla ilgileri yoktu ama Gülencilere oldum-olası mesafeli idiler. Memleketi yönetenler "salya-sümük" methiyeler düzerken, onlar kendi doğrularının peşini hiç bırakmadılar. Güçlü diye Gülencilere eyvallah etmediler. Tırnak içinde "Cemaat" ile AKP "aynı yağmurda beraber ıslanırken" Seydo Başkan üç-beş oy alacağını bile bile bıkmadan usanmadan BBP'den milletvekili, belediye başkanı adayı oldu.
Nihayet aile siyasi bağlantılarını da kullanarak yazdıkları ısrarlı dilekçelerine, CİMER müracaatlarına "lütfen" cevap alabildi. Burak'ın dayısı yani Seydo Başkan'ın kayın biraderi "FETÖ'den dolayı" polis memurluğundan ihraç edilmişti. Üstelik sonradan davayı kazanmış, görevine geri döndürülmeyi bekliyordu.
Peki olan kime oldu?
Bu genç adama oldu. Sonradan hayata küstü. İki yıllık bir meslek yüksek okuluna gitti. Okulunu bitirdi, 2021 yılı itibarıyla kamu personeli sınavlarını bitirmiş, atanmayı bekliyordu. Ancak bu defa dayısı aklandığı için güvenlik soruşturmasını geçmeyi umut ediyordu. Kilis'te herkesin olduğu gibi (Emniyet Md.lüğü verilerine göre Kilis'te 60.000 ruhsatlı motosiklet var) Burak da bindiği motorunda 3 Mart 2021 Çarşamba saat: 19.00 sularında Kilis-Halep Çevreyolu Şeyh Mansur kavşağında tek başına yaptığı bir kaza sonucu, kafa tasında meydana gelen 5-6 kırık neticesi beyin kanaması ile genç yaşta hayata veda etti. Annesinin, babasının, genç ablasının, kardeşlerinin, aile büyüklerinin acılarını hayal bile edemezsiniz. Aileye başsağlığı, Allah'tan güzel sabırlar diliyoruz.
Ama burada sormak hakkımız değil mi?
Bu genç adamı kim toprağa düşürdü? Kader mi dediniz? Amenna ve saddakna... Kadere iman etmiş insanlarız, yaşandıktan sonra elbette kaderimiz olur. Fakat bu çocuk o dakikada Bahriye'de devletin şefkatli kanatları altında hayatını sürdürüyor olabilirdi. Sizin bu güvenlik anlayışınız bu çocuğu hayattan soğuttu. Allah aşkına bu mudur, güvenlik anlayışı?
Dayısı ne yaparsa yapsın, ne cinayet işlerse işlesin hesabını bu genç adamdan mı soracağız? Eşit sahibi olduğumuz devlet hizmetinden bu genci bu sebepten mi uzaklaştırdınız?
Tarih boyunca muktedirler yaptıkları zulümlere hep beşeri ve dini açıklamalar getirmişlerdir. Akademik metinlere göre; Hazreti Hüseyin Kerbela'da 33 mızrak yarası ve 33 kılıç darbesi ile şehit edildikten sonra Yezid, Ehl-i Beytin mensuplarına: "Benden nefret ettiğinizi biliyorum. Keşke başka türlü olsaydı ama kader-i ilahi böyleymiş, ne yapalım?" demiştir. İşte bu "sorgulamayın, kader böyleymiş" Emevi anlayışı kendi saltanatlarını tahkim etmek için yüzyıllar boyu kullanılagelmiştir.
Günümüz İslam dünyasında, Selefi anlayış; büyük maddi kaynaklarla bunun akademik alt yapısını tahkim etmeye çalışmaktadır. Afganistan'da, Irak'ta ve diğer İslam beldelerinde İslam mabetlerine, pazar yerlerine bomba koyup çocukları parçalayan anlayış; "ben ona şehadet bahşettim. En büyük mertebe şehitlik değil mi? Niye kızıyorsunuz, niye lanetliyorsunuz ki?" diyerek kendi anlayışını savunmaktadır.
Modern Türkiye'nin geldiği noktada ise son tahlilde "Ben devleti koruyorum, devlet büyük badireler atlattı, öyleyse bazı hatalar olabilir" anlayışı da bu cümledendir. Yahu 15 Temmuz sonrası yaşanan menfur olayları bu çocuğa mı fatura edeceğiz?
Şimdi şu soruyu sormak hakkımız değil mi? Bu genç adamı, güvenlik soruşturması ile Deniz Kuvvetlerinden uzaklaştırarak devletin güvenliğini mi sağladık?"