'Gizli' cemaat raporu
Dinî yapılar üzerinde her vakit durulmuş ve her vakit takibat yapılmıştır. 15 Temmuz dehşetini yaşadıktan sonra demek ki, dinî yapıları, ister istemez, Türkiye'nin şartlarında, sıkı takibe almak gerekiyor. "Dinî yapı" deyince "Kur'ân-Kerîm"i işlerine geldiği gibi yorumlayanları kastettiğimi bilin.
Bana bir dinî yapı gösterin ki, asıl din budur, diyebileceğiniz bir izahıyla karşılaşmış olalım. Yok.
Kur'ân ve Sünnet esastır. Sünnet'te da ihtiyatlı olmalıyız. Binlerce hadisi ortalıkta. Kaçı sahih? Muhaddislerin de işin içinden çıktıkları düşünmeyin. Kur'ân'la bağı tespit edilebilen hadis çok azdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir raporundan bahsediliyor. "Gizli" ibareli. Başlığı: "Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler".
Bu tür raporlar gizli olmamalı; tartışmaya açılmalıdır.
Raporu Din İşleri Yüksek Kurulu hazırlamış. Bütün dinî yapıları tek tek ele almışlar ve yorumlamışlar.
Her darbeden sonra böyle bir "değerlendirme" yapılıyor. 12 Eylül 1980 sonrasında, Diyanet İşleri Başkanı Cunta'ya dinî yapılar üzerine rapor verirdi. O Başkan hatıralarını da yayınladı. Henüz okumadığım için bu raporlara dair nasıl bir izah getirdiğini bilmiyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı daha önce de cemaatlerle bir araya geleceklerini açıklamışlardı. Bu hata. Yazmıştım. DİB, "Cemaatleri Tanzim ve Hizaya Sokma Daire Başkanlığı" değildir. Osmanlı'da günün şartlarında böyle bir birim vardı. Biz Türkiye Cumhuriyeti'yiz. Köprülerin altından çok sular aktı. "Türkiye Cumhuriyeti'yiz." derken, kimilerinin yaptığı gibi, "Osmanlı da ne oluyor?!"diyerek yumruk sıkanların saflarında olmadığımızı bilmenizi isterim.
Cemaatlerin, tarikatların hemen hiçbirinin "Türkiye Cumhuriyeti"yle barışık olduğunu söyleyemeyiz.
Şu akla getirilmez: Millî Mücadele verilmeseydi, Osmanlı Devleti, Sevr Antlaşması'yla tespit edilen sınırlar içine sıkıştırılacak ve yok edilecekti. Türklere de Anadolu'da yer olduğunu asla düşünmeyin. Orta Asya'ya doğru gerisin geriye yollanacaktık.
"Velî" ile cemaat/tarikat arasında bir bağ kurulur. "Şeyh" veya cemaat liderinin "velî" olduğu üzerinde, o cemaat/tarikat bağlıları arasında, kesin hüküm vardır. Yoksa "ölümüne" o tarikat/cemaatte niçin yer alsınlar?
Kur'ân-ı Kerîm'de 28 peygamberin adı geçer. Yalnız Lokman, Üzeyr ve Zülkarneyn'in nebî mi velî mi olduğu tartışmalıdır. Resûller ve nebîler yanında velîler de Kur'ân'da sabittir. (Resûl; kendisine kitap gelen; nebî ise vahiy yoluyla tebliğ eden peygamberdir.)
Velîlerin kerametinden bahsedilir. Kur'ân'da kerametin gerçek olduğunu belirtilir. Yunus Suresi'nin 62, 63 ve 64. ayetlerinde "velî" kişilerin vasıflarını; Meryem Suresi'nin 24, 25 ve 26.; Âl-i İmran Suresi'nin 37.; Kehf Suresi'nin 16 ve 17. ayetlerinde insan üstü, akıl ve teknik üstü bazı güçlere sahip olduklarını öğreniyoruz. Bizim imkânsız gördüklerimizi velîler mümkün kılmaktadır.
"Hakikî velîler" ile "üç kâğıtçı velîler" nasıl ayırt edilebilir? O muammâ işte... Bilmiyorum.
Herhâlde "velî" olan holding kurmuyordur. Birbirinin tarikatından adam ayartmıyor; "Ah Osmanlı!" deyip dövünmüyor, hâl ve hareketiyle inanan inanmayan herkese "Ne mübarek insan!" dedirtiyordur. (Asıl konuya daha giremedik. Devam edeceğiz.)