Git işine Cem! Kafan basmaz!
Tiyatrocu Cem Özer ne demiş:
“Buna artık çare bulunmalı. Savaşla olmayacak. Onca insan hayatını kaybediyor. Oradaki insanları da düşünmeli. Artık devletin barış yoluna gitmesi gerekiyor. Kürtlere özerklik verilsin.”
Bu kadar yıldır çatışma var, devlet terörü alt edemedi, öyleyse...
Çok kolay: Ver gitsin!
Adam çok basit cümlelerle tek tek anlatmış.
Zeka pırıltısı taşımayanlar için ilâç gibi sözler:
“Buna artık çare bulunmalı.”
Tabiî canım! Çare bulunmalı!
“Savaşla olmayacak.”
Cem çok doğru söylüyorsun, savaşla olmayacak. Bu cümlelerin ardından gelen cümlelere bakarsak, savaşan taraf devlet... Devlet bıraksın savaşı!
Ne güzel! Şıppadak bir çare sana!
“Onca insan hayatını kaybediyor”
Doğru be! Düşünemedik. Ne kadar çok insan ölüyor bu savaşta.
“Oradaki insanları da düşünmeli.”
Bunu da düşünemedik. İnsanlar savaştan mağdur... Yerinden yurdundan oluyorlar, arada kalıp hayatlarını yitiriyorlar, ekonomileri çöküyor, işsizlik artıyor, tarlasını ekemiyor... Bir sürü sıkıntı...
Cem! Ne kadar güzel şeyler söylüyorsun! Aklınla bin yaşa!
“Artık devletin barış yoluna gitmesi gerekiyor.”
Bir zekâ fışkırması daha! Devlet savaşıyor ya! Silâhı bıraksın, “Gel adamım Karayılan (Öcalan da olabilir) PeKeKe ile anlaşacağız” desin. (Artık devlet barış yoluna girdiğine, silâhını çektiğine göre “PeKaKa” demeyecektir. Barış, yeniksen şartlara çarnaçar razı olmaktır. Devlet, silâhı bırakıp barış yoluna girmişse, yenik demektir. Öyleyse “PeKeKe” ile masaya oturur, “PeKaKa” ile değil!)
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük düşünürü Cem asıl inciyi sona saklıyor:
“Kürtlere özerklik verilsin.”
Emrin olur ağam! Yarın masaya oturur “özerkliği” veririz gider. Abdullah Öcalan koysun cebine istediği yere taşısın!
Meslektaşın Yılmaz Erdoğan bile senin söylediklerini söyleyemedi; fikrini bu kadar net ortaya koyamadı; “barış güvercini” diye kuşları uçurup durdu. Cihangir sokaklarında dolaşıyormuşsun, bir “cafè” de karşılaşırsın elbet; “zekâ” dan ona bir tutam sun!
***
Seninle neyi tartışacağım Cem, git işine! Senin kafan bu meseleleri almaz.
Suriye - Türkiye
Suriye bizi çok yakından ilgilendiriyor. Suriye’de yaşayanların hemen tamamı bizim yakın akrabalarımız. Türkmenler, Kürtler, Araplar, Süryanîler... Bizim coğrafyamızın uzantısındalar.
Suriye diktatörü Beşşâr Esad çok acımasız. Başını kaldıranı vuruyor. Ayaklanmadan beri bin 500’ü aşkın insanın öldürüldüğü kayıtlara geçti. Bilinenler bunlar. Hapise tıkılanların sayısı belirsiz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi, hem reformları açıklıyorsun, hem çok partili hayattan bahsediyorsun, sonra tanklarla girip insanları eziyorsun.
Demek ki diktatörlük berdevam.
Suriye’nin tehlikeli tarafı... Nusayrîlerin başta olması, Sünnîlere karşı silâh kullanması...
Diktatörün bu kadar direnmesi de dayandığı taban... Aslında muhalifler Nusayrî muhaliflerle görüşmeli, ortak zeminde mücadele yürütmeli... Nusayrî muhalif var mı?
İnsan hakları beşeriyet içindir.
Sünnîsi, Nusayrîsi, dinsizi, dinlisi el birliğiyle hakkını aramalıdır.
Türkiye Suriye hususunda pasif.
Gerçekten Beşşâr babası Hafız Esad’a benzemiyor. Güler yüzlüydü, Türkiye ile ilişkilerini bütün ilişkilerinin önüne çıkarmış, vizeler kaldırılmış, dostluk pekişmişti. Demek ki dış görünüşü böyle imiş.
Neticede bir diktatör... Her diktatörün yaptığı aynı: Başını biraz dik tutsan, tepene yumruk iniyor. Türkiye tavrını netleştirmelidir. Orada insanlar katlediliyor ve o insanlar bizim akrabalarımız.
Beşşâr artık dönülmez yolda... Şöyle veya böyle gidecek... İşi yine Batının müdahalesine bırakırsak hepimiz kaybederiz.