Gazze, Türk Dış Politikası için en önemli sınav olma yolunda
Türk Dış Politikasının yıllar yılı pusulası Kıbrıs idi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu durumun artık geri döndürülemez bir statükoya dönüşmesi neticesinde Kıbrıs’ın Türk Dış Politikası içindeki rolü azaldı.
Kıbrıs’ın Türkiye’nin Orta Doğu politikasında da önemli rolü vardı. Kıbrıs’a ilişkin Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda geleneksel olarak Orta Doğu’ya sırtını dönmüş Türkiye’nin Orta Doğu’daki ülkelerden yeterli desteği alamaması Türkiye’nin Orta Doğu politikasını adım adım gözden geçirmesine neden oldu. Bu değişiklikler neticesinde Türkiye’nin Kıbrıs politikasındaki yalnızlığı zamanla azaldı.
AKP’nin iktidara gelişiyle Türkiye’nin Orta Doğu politikası köklü değişikliklere uğradı. Cumhuriyetin ilk 75 yılında Türkiye, Orta Doğu’daki gücünü az kullanıyordu. AKP’nin iktidara gelmesiyle gücünü hem kaba güç hem de yumuşak güç bağlamında daha fazla kullanmaya başladı. Gücün aşırı kullanımı da az kullanımı da uluslararası ilişkilerde sorunludur. Hitler, gücünü çok kullanmıştır, ülkesinde taş üstünde taş kalmamıştır. AKP öncesi Türkiye gücünü az kullanmıştır, 1998’deki Adana Deklarasyonu’na kadar Suriye’de yıllar yılı PKK’nın palazlanmasını izlemiştir. AKP’nin gücünü çok kullanması sonrasında 2011-2015 yılları arasında yaşananlar gücü aşırı kullanmanın sorunlarını göstermesi açısından önemlidir. Türkiye’yi bu sürece başta Davutoğlu’nun siyasi miyop denilebilecek hatalı politikaları sürükledi. 2015 sonrasında ise Türkiye, şimdiki orantılı güç kullanımına dönerek bölgeyle ilişkilerini nispeten toparlayabildi.
Farklı tepkiler
Gazze’de son yaşanan olaylara Türkiye’de siyasetin hemen her aktörü tarafından farklı tepkiler verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2011-2015 yılları arasındaki hatalı politikalardan ders alarak daha dengeli bir tutumla süreci yönetmeye çalıştığı görülüyor. İktidarın diğer bir ortağı MHP’nin lideri Bahçeli’nin Gazze’ye asker göndermeyi içeren çağrısı ise, Türk Dış Politikası için büyük bir kırılmayı beraberinde getiriyor.
Siyasi aktörlerin tüm eylemlerini yalnızca iç veya yalnızca dış politika diye yorumlamamak, iç ve dış politikanın etkileşimlerinden doğan bir süreç olarak yorumlamak lazım. Bu noktada, Hamas üzerinden bölgede artan İran etkisini dengelemek, tüm Filistin Davası üzerinden Orta Doğu’nun tüm mutsuz ve umutsuz insanlarını İran’ın kucağına itmemek önemli. Bölgeye asker gönderme çağrısı bu noktada Batılı ülkeleri ve hatta köşeye sıkıştırılmış İsrail’i de memnun edebilecek düzeyde bir konu.
Diğer aktörlerin ne dediğine bakılmaksızın bölgeye asker gönderme çıkışı, Türk Dış Politikasında özellikle milliyetçi kesimde olan ve hâlihazırda Zafer Partisi ile vücut bulan I. Dünya Savaşı’ndaki “Arap İhaneti” nedeniyle Orta Doğu sorunlarından tam yalıtılmayı içeren duruştan çok büyük bir kopuş.
Dünyada cephelerin giderek belirginleştiği, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçişin emarelerinin görülmeye başlandığı bir dönemdeyiz. ABD hegemonyasına tehdit Çin’den yükseliyor. Hegemonya mücadelesinde dananın kuyruğunun kopacağı alan ise Orta Doğu olacak gibi görünüyor. Orta Doğu, Çin için enerji kaynaklarına erişim bakımından çok kritik bir rol oynuyor. Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkelerden oluşan otoriter ittifaka karşı “özgür” dünyanın sınırları belirlenmeye çalışıyor. Özgür dünyanın sınırlarının ucunda Ukrayna, Türkiye gibi ülkeler bulunuyor.
Türkiye, dış politika tarihinin en zor dönemlerinden birinde, ateş çemberinden geçilen bir dönemde dış politikada bloklar arasında denge siyaseti izleyerek Filistin sorununda yolunu bulmaya çalışıyor. Bu yol bulmada Filistin meselesine asker gönderme çıkışı, hem iki devletli çözüm, hem İran’ın etkisinin kırılması, hem bloklar arası dengenin gözetilmesi, hem de bölgede konuşlanacak Türk barış gücü misyonu yoluyla her zaman için İsrail’in Kürt kartına karşı bir koz elde edilmesi gibi hususlarla önem arz ediyor.
İsrail’in kara harekâtının olamayacağı veya olsa bile kısıtlı olacağı, yalnızca hava üstünlüğüyle bu süreci yönetemeyeceğinin netleştiği, meşruiyetinin giderek sorgulandığı, ulusal kimlik inşasında şok yaşadığı bir dönemde bölgeye asker gönderme çıkışını doğru okumak ve uluslararası bağlamından kopuk “emperyalist” hülyalara kapılmamak gerek. Türkiye’nin Filistin politikası, gücü ölçüsünde dengelenmiş ve reel politiğe, kendi çıkarlarına uygun şekilde bir zemine oturtulmuş şekilde ilerlemeli. Emperyalist hülyaların sonunun “24 saatte Şam” denilip “Süleyman Şah Türbesi’ni” taşımak zorunda kaldığımız süreçlere çıkacağını unutmadan.