Filistin’in yenilgisi mi, İsrail’in yenilgisi mi
HAMAS, 1500 fedaisini yitireceğini, binlerce insanın canından olacağını bile bile İsrail’e saldırdı. Bıçak kemiğe dayanmıştı.
İsrail üzerine, Filistin üzerine çok yazdık. Herkes yazdı. İsrail-Filistin bitmeyen sancı.
HAMAS neden öfkeli? Müslümanlarda Siyonizm’e karşı öfkeyi görmese, bu kadar saldırgan olabilir mi?
“Herkesin kutsalı hepimizin kutsalı olmalı” başlıklı yazımız, 10 Mayıs 2021’te çıktı. Daha girişte: “İsrail yine Mescid-i Aksâ’ya girdi. Hem de bir ramazan günü ve hem de tam namaz esnasında...” diyorum.
Evet, yine!
Ya Mescid-i Aksâ’ya girer, ya gösteri yapan Filistinlilere ateş açar, ya mahalleyi boşaltın bizimkileri yerleştireceğiz der, boşatmazlarsa evlerin başlarına yıkar.
Devam ediyorum:
“Mescid-i Aksa'nın avlusunu çevreleyen duvarların bir tarafı ‘Ağlama Duvarı’dır. İki dinin kutsalı iç içe.
Son saldırı, ramazanın son cumasında... 70 bin Filistinli Harem-i Şerif’te cuma namazı kıldı. Yatsı ve teravih namazını eda ettikten sonra döneceklerdi. Hem Harem-i Şerif’e girilmesine izin veriyorlar, hem sonra cemaatin azaldığı bir anda, Mescid-i Aksâ’nın tam içinde saldırıya geçiyorlar. (...)
İsrail, genişlemek, Filistinlileri, mümkünse yok etmek, topraklarından sürüp çıkarmak istiyor.
Filistinliler çok yalnızlar. İslâm ülkeleri giderek pasifleştiler ve özellikle ABD'nin bastırmasıyla İsrail'in yörüngesine girdiler. En son Birleşik Arap Emirlikleri (dolaydan Suudî Arabistan), Bahreyn, Sudan ve Fas ilişki kurdu.
İsrail'in hesap etmesi gereken bir nokta diktatörlüklerde reislerin hükmünün nereye kadar süreceği...
Kudüs, Müslüman halkın kırmızı çizgisidir. İlk kıbleye yönelik saldırılar, öfkeyi kabartır.”
En son öfke yine Mescid-i Aksa’ya girilince patladı. Hem de öyle bir patlama ki… İsrail, Gazze’yi yok etse dahi, asla düşünemeyeceği bir yenilgi aldığını tarihler yazacak.
Arap ülkelerinin hemen hepsi diktatörlük... Müslüman ülkelerde, biz de dâhil, kimsenin sözünü esirgemediği bir “demokratik” yönetimden bahsedilebilir mi? Yukarıda söz konusu ettiğim yazımda “Diktatörler de nihayet halkın hassasiyetlerini dikkate almak zorundalar.” derken, haberlerinde, konuşmalarında İsrail’in adını bile geçirmeyerek sadece “aduv” (düşman) diyenler, Musevîlerle nerdeyse “kardeşlerimiz” noktasına geliyorlar. Sanırsınız “Medine Sözleşmesi” onlara rehber!
HAMAS, bu “kardeşlerimiz” noktasına gelmeye karşı öyle bir tavır koydu ki, diktatörler ister istemez irkildiler ve geri durmaya başladılar.
Önceki yazımda İsrail’in kendi sahasını deldirmeye nasıl geldiğini gösteren örneklere giriyorum:
“İsrail yerleşme alanlarını adım adım genişletiyor. En son Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi'nde Filistinliler, evlerinden çıkarılmak isteniyor. Kovulmak istenenlerle onlara destek verenler birlikte iftar sofrasına oturduklarında, o evlere konmak için gün sayan Yahudilerin saldırısına uğramışlardı.
Cuma namazında değişik bölgelerden halkın toplaşmasının asıl sebebi de Şeyh Cerrah Mahallesi'ndeki müdahaledir.
İsrail'in şartsız destekçisi ABD bile bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Dışişleri Sözcü Yardımcısı Jalina Porter, ‘Filistinli ailelerin nesiller boyu yaşadığı Şeyh Cerrah'taki evlerinden edilmeleri durumundan derin endişe duyuyoruz.’ dedi, ardından İsrail’in tek taraflı adımlarına karşı olduklarını ekledi. Söz yetmez; kesin tavır koyabilmeliler.
Araplar, ‘Deveyi çökerten bir saman tanesi.’ derler. Mescid-i Aksa’nın altından sesler geldiği söyleniyor.
İsrailliler kabul etmek istemeseler bile, Ağlama Duvarı'nın yanından Mescid-i Aksa'nın altına doğru kıvrılan bir tünelde yıllardır kazılar sürüyor. Alttan alta Süleyman Mabedi inşa ediliyor. Kudüs'te bu tünele girdim, nereye kadar uzandığını gördüm.
ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başşehri olarak tanıması ardından ‘İsrail’in Amok koşusu’ başlıklı yazımda ‘Yahudilerin de elbette kendi başlarına karar verme hakları var. Toprak isteyeceklerdir. Belki devlet de kuracaklardır... Ama böyle mi devlet kurulmalı?’ demiş ve sözü ‘Amok koşusu’na getirmiştim:
‘Amok Koşucusu’, bir Yahudi yazarın, Stefan Zweig’ın kaleminden çıkmış hikâyedir. Koşucu yakar yıkar, hedefine ulaşır ama sonunda intihar eder.
Kudüs’ün bütün Müslümanlar için kutsî bir manası vardır. Hassas olunmalıydı.
Nereye kadar saldıracaklar, nereye kadar koşacaklar?
Filistin’e Yahudileri toplayabilmek için Yıldız Sarayı’nın eşiklerini aşındıran ‘Siyon Kralı’ Theodor Herzl’in genç arkadaşı, benim öncü yazarım Stefan Zweig, ‘Dünün Dünyası’nda ‘Uçakların kolayca aştığı bu sınırlar ne kadar anlamsız, bu gümrük engelleri ve gümrük bekçileri ne kadar ilkel, bütün dünyanın ortak bir bağ, bir dünya kardeşliği istediği günümüze ne kadar ters...’ diye yazar.”
Stefan Zweig, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı’nda, Hitler’in ilerlemesinden umutsuzluğa kapılarak, Brezilya’da, 22 Şubat 1942 gecesi, karısıyla birlikte intihar etti.
Bu yazımın sonunda diyorum ki:
“Sınırsız dünya... Herkesin kutsalı, hepimizin kutsalı olmalıdır.”